Zorlu bir süreçten geçmekteyiz. Bu süreç ya sosyal devletin gereklilikleri ve dayanışma ilişkileri ile daha az hasarla atlatılacak ya da sermayenin çıkarlarını merkeze alan otoriter, tekçi, partizan, sorumsuz yönetim anlayışında ısrar nedeniyle çok daha vahim, ağır ve onarılması imkânsız büyük acılara yol açacaktır. Ne yazık ki, iktidarın her gün bir kez daha “bu kadarı da olmaz” dedirten girişimleri, politikası nedeniyle kaygımız giderek artmaktadır.
Sürecin bırakalım şeffaf ve katılımcı bir şekilde yürütülmesini, iktidar aykırı tek bir sesin çıkmasına dahi tahammül göstermemekte, adeta seçim öncesi bir atmosfer havasında, akıl ve bilim dışı yaklaşımlarda ısrar etmektedir. Neresinden tutarsak elimizde kalan politikalar nedeniyle karamsarlık giderek artmaktadır.
İktidarın süreci sağlıklı okumadığı, ciddiyetin farkında olmadığı, fırsata çevirmek istediğine dair sadece son on günde çok sayıda olaya şahit olduk. İlk örneklerden biri sağlık emekçilerinin alkışlanması eyleminde yaşanmıştır. İktidar eylemin amaçladığı sağlıkçıların başta koruyucu malzeme olmak üzere taleplerini karşılamak yerine alkışlara eşlik ederek eylemi medyatik bir piar çalışmasına çevirmek istemiştir.
İşsiz kalanlar, ücretsiz izine zorlananlar, asgari ücretin dahi altında maaş alan yüzbinlerce emekli, ölümle burun buruna çalışmak zorunda kalan emekçiler, günlerdir çocuklarının yüzünü görmeyen/çok zor koşullar altında çalışan sağlık emekçileri, küçük esnaf, kısacası milyonlar iktidardan/Saraydan dünya devletlerinin birçoğunun yaptığı gibi sosyal yardımlar, sosyal hizmetler içeren paketler açıklamasını beklerken sermayeye 100 milyar TL aktarmayı içeren paket ile, Kanal İstanbul projesinin 8 milyar TL bedelli ilk ihalesi ile, Afrika Yatırım Bankasına 800 milyon doları aktarılması ve gerekli görürse cumhurbaşkanına 5 katına çıkarma yetkisinin verilmesi ile karşılaştılar.
Daha bunların tartışmaları devam ederken bu kez de ‘Milli Dayanışma Kampanyası’ adı altında ciddiyetten yoksun, devletin yükümlülüklerini üzerinden atmayı ve sermayeye minnet duyulması duygusu yaratmayı amaçlayan bir kampanya karşı karşıya kaldık.
Kampanya vergi indirimi avantajı sağlanan iş insanları ile sınırlanmamış, ekonomik kriz ve salgın koşullarında yaşam mücadelesi veren emekçilerin elinde kalan üç beş kuruşa da göz dikilmiştir.
Bir yandan emekçilerden bağış talep edilirken diğer yandan muhalif belediyelerin hesaplarının bloke ettirilip “başka devlet, yeni hükümet kurulmak isteniyor” gibi absürd, tehlikeli bir iddia eşliğinde engellenmeye çalışılması yardım kampanyasının amacı ve geleceği ile ilgili kaygı ve kuşkuya neden olmaktadır.
Öte yandan bir bağış kampanyası gibi sunulmasının, “gönüllülüğün esas alındığı” şeklinde açıklamalar yapılmasının aksine, yaşananlar, kampanyanın başta kamu işyerlerinde olmak üzere bir dayatmaya, zorunluluğa dönüştürülmek istendiğini göstermektedir.
Örneğin sağlık emekçilerinin taleplerini büyük oranda görmezden gelmesi yetmiyormuş gibi iktidar bu kez de Sosyal Hizmet İl Müdürlükleri eliyle sosyal hizmet emekçilerine gönderdiği mesajda “Personelden en az 100 TL olmak kaydı ile destek sağlanması kararı alındığını, bireysel olarak daha fazla destek de sunulabileceğini” belirtmiştir. Benzer mesajlar BOTAŞ, Orman Genel Müdürlüğü, MEB, Adalet Bakanlığı, Yargıtay gibi pek çok kurumda salgına açlık ve sefalet ücretleri ile yakalanan kamu emekçilerine de gönderilmiştir.
Gönderilen yazı ve mesajlarda belirlenen miktarların kurum personelinin maaşlarından kesilerek kampanya hesaplarına aktarılacağı, dekontların kurum merkezine gönderileceği ifade edilmektedir.
Kısacası katılımı gönüllü olması gereken kampanya, limitleri bile yöneticiler tarafından belirlenmiş, yüz binlerce kamu personeli için katılımı zorunlu bir kampanyaya dönüştürülmek istenmektedir. Tek başına bu yaklaşım bile daha önce deprem vergisi gibi vatandaşlardan toplanarak oluşturulan kaynakların akıbetinin meçhul olduğunu hatırlatmakta, bu kampanyadan elde edilecek gelirin de nerelere harcanacağına dair soru işaretlerini büyütmektedir.
Çağrılarımıza kulaklarını kapatmış olsa da, bir kez daha iktidara seslenmek istiyoruz; bağış kampanyası ile sermayeyi allayıp pullayacağınıza, binlerce işçiyi işten atanları ceplerinden “harçlık” niyetine verecekleri para ile aklayacağınıza, nasıl bir sömürü mekanizması ile o serveti elde ettiklerinin sorgulanmasını engelleyeceğinize derhal servet vergisi uygulamasını başlatın!
Hasta garantili şehir hastaneleri ve araç garantili köprü ve yol ödemeleri için müteahhitlere/şirketlere hazineden, yani halkın cebinden yapılan ödemeleri durdurun. Kanal İstanbul başta olmak üzere benzer “çılgın projeler”den vazgeçin, oralara ayırdığınız kaynakları sağlığa aktarın!
Güvenlik/savaş harcamalarını, Diyanetin ödeneklerini, gizli ödenekleri azaltın, buralara aktardığınız devasa kaynakları salgınla mücadeleye ayırın!
Çocuklarımızın tacize, tecavüze uğradığı, yandığı cemaat yurtlarına aktardığınız kaynakları yeni solunum cihazlarına, yoğun bakım ünitelerine ayırın!
“Düşük faizli” diye övündüğünüz emekçilere yeni borç, bankalara daha fazla kar anlamına gelen kredi reklamı yapmak yerine sosyal devlet olmanın gereklerini yapın, işsizler için koşulsuz işsizlik maaşı ödeyin, tüketici, konut ve taşıt kredileri ile kredi kartı borçları ve elektrik, su, doğalgaz ve iletişim faturalarını salgın riski boyunca faiz işletmeden erteleyin!
İnsanlığın ilk kez bu boyutta ve yaygınlıkta karşı karşıya kaldığı salgına dahi kar, zarar, maliyet hesapları yaparak yaklaşmayın, kamu kaynaklarını patronlar ve sermayeye değil halkın sağlığını işini, gelirini korumaya seferber edin. Lüksten, şatafattan vazgeçin!
Salgını fırsata çevirip iktidarınızı tahkim ederek, partizanlığı geliştirerek, eleştirileri bastırarak/”hainlik” ile damgalayarak, ‘Milli Dayanışma Kampanyası’ adı altında bir kez daha toplumu kamplaştırarak, on binlerce işçiyi işten çıkaran sermayeyi şirin göstererek salgını önleyemez, aksine çok daha ağır sonuçlara yol açarsınız.
Kamuoyu, üyelerimiz ve tüm kamu emekçilerine net olarak belirtmek isteriz ki, ekonomik kriz koşullarında kıt kanaat geçinirken, şimdi de yaşam mücadelesi vermek zorunda kalan hiç kimseye, hiçbir emekçiye bağışta bulunma dayatması yapılamaz. Bağışta bulunmak istemeyene yönelik ayrımcılık yapılamaz, teşhir edilemez. Bu durum başta anayasanın 128. maddesinin ikinci fıkrası ile 657 sayılı devlet memurları Kanunu’nun 18. Maddesi olmak üzere ulusal ve uluslararası hukuka aykırıdır.
Kampanya kapsamında başta sendika üyelerimiz olmak üzere kamu emekçilerinin bağış yapmaya zorlanması halinde bu husus tutanak altına alınacaktır. Sendika genel merkezlerimize ve konfederasyonumuza ulaştırılacak bu tutanak ve bildirimler sonrasında hızla hukuki süreç başlatılacak, suç duyurusunda bulunulacaktır. İradeleri dışında aylıklarından kesinti yapılmasına dair sendika üyelerimizden onay imzası talep edilmesi ya da imza atmaya zorlanmaları halinde üyeler imza atmayacaklardır. Onayları olmadan gelirlerinden kesinti yapılması durumunda ise suç duyurusunda bulunacaklardır.
Salgından en az hasarla çıkmanın dünyada da sınanmış tek yolu; kamusal kaynakların kullanılarak toplumsal dayanışmanın yükseltilmesi, başta sağlık emekçileri olmak üzere tüm çalışanları ve halkı koruyucu önlemlerin hiç vakit kaybetmeksizin hayata geçirilmesidir.
YÜRÜTME KURULU