Recep Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturması ve Ahmet Davutoğlu’nu başbakan olarak ataması, fiilen başkanlık sisteminin uygulanması, Kobanê’de yaşanan katliama sessiz kalarak çeşitli düzey ve yollarla IŞİD’e destek sunulması, HSYK seçimleri, Suriye’ye yönelik tampon bölge/uçuşa yasak güvenli bölge dayatması gibi gelişmeler birlikte okunduğunda yeni bir döneme girdiğimiz anlaşılmaktadır. Ne yazık ki bu dönem halklarımızın ve emekçiler aleyhinedir. Gelişmeler AKP’nin ülkemizi güvenlik konsepti ekseninde yeni bir maceraya sürüklediği bir döneme işaret etmektedir.
14 Ekim 2014 tarihinde 472 sıra no ile TBMM’ye sevk edilen “Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” savaş hali durumuna göre hazırlanmış, toplumsal muhalefeti bastırma yasasıdır. Zaten fiilen devrede olan sıkıyönetim uygulaması yasal hale getirilmek istenmektedir. 12 Eylül’den sonra ilk kez bu denli yoğunlukta ve sayıda askerin şehirlere indirilmesinden sonra bu yasa ile baskılar olağan hale getirilmek, yasal kılıfa büründürülmek istenmektedir. On binlerce polis yetmezmiş gibi binlerce askerin şehirlere gönderilmesi, sokağa çıkma yasağı ilan edilmesi, göstericilere karşı gerçek mermiler kullanılması, paramiliter güçlerin sokaklara salınması, gaz, toma, cop, toplu gözaltılar, gözaltında kötü muamele uygulanması vb yetmemiş olacak ki, yeni SS yasaları gündeme getirilmiştir.
Faşizm Böylesi Ortamlarda Boy Vermektedir!
TMY, 2911, TCK, CMUK gibi anti demokratik yasaların kaldırılması ya da demokratikleştirilmesi gerekirken ve hala bu yasalar nedeniyle binlerce muhalif tutuklanma, ceza alma tehdidi altında iken yeni faşizan yasalar çıkartmanın, Kobanê eksenli başlayan olaylarla gerekçelendirilmesi kesinlikle gerçeği yansıtmamaktadır. Hele hele yapılacak düzenlemenin “reform” adıyla sunulması büyük bir manipülasyon ve aldatmacadır. Kaldı ki, bu olaylarda yitirdiklerimizin büyük çoğunluğu, güvenlik güçlerinin uyguladığı devlet şiddeti nedeniyle yaşamını kaybetmiştir. AKP önce bunların hesabını vermelidir. Bu hesabı vermeden yeni baskı yasaları çıkartmaya kalkışmak, “Bunlar yetmez; ben öldürmeye, tutuklamaya devam edeceğim, korku imparatorluğu kuracağım” demektir. Demokratik kanallar tıkandıkça/tıkatıldıkça şiddet olaylarının arttığı bilinmesine rağmen, yeni baskı yasaları çıkartmak, açıkça şiddeti teşvik etmektir. Anlaşılan AKP şiddet ortamında hegemonyasını pekiştirmek istemektedir.
3 tane resmi, sayısız fiili darbe ve on yıllardır çatışmalı bir süreci yaşamış ülkemizde hala faşizan yasalarla insanların korkutulabileceğini sanmak, bırakalım “stratejik derinliği” siyasetten ve kitle psikolojisinden hiçbir şey anlamamaktır. Faşizm tam da böylesi ortamlarda boy vermektedir! Yitirdiğimiz canlara değil de zarar gören kamu mallarına!.. ve tomalara acıyan bir yönetim anlayışından farklı bir tavır beklemek de elbette isabetli olmayacaktır.
TBMM’ye sevk edilen “Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi”nin 21. Maddesinde yapılan değişikliklerle polise arama konusunda sınırsız bir yetki verilmektedir. Kanunun mevcut halinde, “ Yakalanabileceği veya suç delillerinin elde edilebileceği hususunda somut delillere dayalı kuvvetli şüphe varsa; şüphelinin veya sanığın üstü, eşyası, konutu, işyeri veya ona ait diğer yerler aranabilir.” Denmektedir. Yasa teklifinde “…somut delillere dayalı kuvvetli şüphe” yerine “makul şüphe” ibaresi getirilmektedir. Oysa bundan yalnızca 8 ay önce, yani 21 Şubat 2014 tarihli ve 6526 sayılı yasanın 9. Maddesiyle bu fıkrada yer alan “makul” ibaresi” “somut delillere dayalı kuvvetli” şeklinde değiştirilmişti ve bu değişiklik AİHM kararları ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile uyumluydu. Anlaşılan o ki, AKP değişikliği demokratikleşme ve temel hak ve özgürlükleri genişletmeye yönelik değil, kendisine yönelik tutuklamaları engellemek için gerçekleştirmişti! Bugün yargıda belli oranda kadrolaşmayı sağladığını ve kendini güvenceye aldığını düşünmüş olmalı ki, toplumsal muhalefeti engellemeye kaldığı yerden devam etmek istemektedir.
Güvenlik güçlerinin mevcut uygulamaları gözetildiğinde ve AKP’ye muhalif herkes (bizzat Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın çok sayıda demecinden de anlaşılacağı üzere) potansiyel şüpheli, suçlu görüldüğünden, “bir sabah vakti, ansızın” evlerimizin, işyerlerimizin, arabalarımızın, eşyalarımızın vb. aranması mümkün olabilecektir. “Makul” kavramının sübjektif olduğu, onun yerine “somut” kavramının kullanılması gerektiği birçok AİHM kararında belirtilmektedir. Yasa teklifi bu haliyle AİHS ve AHİM kararlarına da açıkça aykırıdır.
Yapılması teklif edilen değişikliğe göre; yakalanabileceği veya suç delillerinin elde edilebileceği hususunda somut delillere dayalı kuvvetli şüphe olmasa da, yani somut bir delil olmasa da, şüphelinin veya sanığın üstü, eşyası, konutu, iş yeri veya ona ait diğer yerler aranabilecektir.
Yasa teklifinin 22, 23, 24, 25, 26 ve 27. Maddelerinde yapılan değişikliklerle“Anayasal düzene ve devlete karşı işlenen suçlar “ adıyla anılan siyasal “suç”larda tutuklama, dinleme, teknik takip ve mal varlığına el koyma kolaylaştırılmakta, kolluk güçlerinin, savcı ve hâkimlerin yetkisi genişletilmektedir.
Bilindiği üzere 7 Şubat 2012 yargı-MİT krizi sonrasında Hükümet-Cemaat iktidar kavgası Özel Yetkili Mahkemeler üzerinde odaklaşmış ve Hükümet Özel Yetkili Mahkemeleri kaldırmış, yerine Bölgesel Ağır Ceza Mahkemeleri kurmuş, ardından onları da kaldırarak mevcut Ağır Ceza mahkemelerin yapısında değişikliklere gitmişti. 21 Şubat 2014’te CMK’a da bir takım değişiklikler yapılmış, dosyalara konan gizlilik kararı nedeniyle sanık ve müdafinin iddianame kabul edilene kadar dosyaları görememesini düzenleyen 153. maddesi kaldırılmıştı. CMK 153. Maddesinin kaldırılma gerekçesinde; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına/içtihatlarına atıfta bulunulmuş, TCK 285 ve CMK 157’deki “soruşturmanın gizliliği” maddelerinin yeterli olduğu belirtilmişti. Ancak teklif ile hükümet katalog suçları genişletirken bu suçlara istinaden açılan dava dosyalarına da yeniden gizlilik kararı getirmektedir. Teklifin 26. Maddesinde yapılan düzenleme ile “soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebilecek ise,” denilerek hem soyut bir kriter getirilmekte hem de savunma hakkı kısıtlanmaktadır. Geçmişteki uygulamalardan da biliyoruz ki, gizlilik kararı ilebinlerce insan ne ile suçlandıklarını bilmeden yıllarca cezaevlerinde tutulmuşlardır. Dolaysıyla teklifin yasalaşması halinde adil yargılama ilkesinde geriye gidiş yaşanacaktır.
Cemaatin “Öz”ü gitti, AKP’nin “Öz”leri Geliyor!
Kamuoyunda “AKP’nin yargıda hakim olma hamlesi” olarak bilinen, Sulh Ceza Hakimliklerine adeta süper yetkiler verilmektedir. Türkiye’nin her tarafında operasyon yapılabilmesine ilişkin kararlar almalarının önü açılmaktadır. Mevcut durumda, Sulh Ceza Hâkimleri sadece görev yaptıkları yargı yeriyle ilgili soruşturma işlemlerine ilişkin karar verebiliyor iken, teklifin yasalaşması halinde, Sulh Ceza Hâkimleri örgütlü suçlarda, Türkiye geneline ilişkin kararlar verebilecekler. Ayrıca teklifin yasalaşması halinde tüm cumhuriyet savcıları özel yetkili savcıya dönüşecek ve Özel Yetkili Mahkemeler dönemine dönülecektir. Örneğin; İstanbul’da yürütülen bir soruşturma için İstanbul Sulh Ceza Hâkiminin, Diyarbakır’da arama/dinleme vb. karar verebilmesi sağlandığı gibi, Ağır Ceza Mahkemesi tarafından verilebilecek dinleme/gizli soruşturmacı vb. kararların da yine aynı Sulh Ceza hâkimi tarafından verilebilmesinin yolu açılmaktadır. Soruşturma sırasında iletişimin tespiti kararı alınması kolaylaştırılıyor ve bir sulh ceza hâkiminin kararına bağlanıyor. Oysa AKP yolsuzluklarının çarşaf çarşaf telefon tapeleriyle ortaya saçıldığı 17 Aralık’tan sonra, 21 Şubat 2014 tarihli ve 6526 sayılı Yasa ile dinleme kararları için Ağır ceza mahkemesinin oybirliği şartı getirilmişti.
Yine teklif ile ‘Anayasal düzene ve devletin güvenliğine’ ilişkin suçlarda gizli soruşturmacı görevlendirilmesinin kapsamının genişletilmesi amaçlanmaktadır.
Teklifin 22. Maddesi ile “Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar” (ki, bu kavramlar hukuksal açıdan da muğlak kavramlar olup güvenlik güçlerinin her demokratik eylem ve etkinliği bu kapsamda değerlendirmesine müsaittir), kapsamında CMK’nın 128. Maddesindeki taşınmazlara, hak ve alacaklara el koyma yeniden düzenlenmektedir. Oysa bu madde de 21 Şubat 2014 tarihli ve 6526 sayılı Yasa ile değiştirilmiş, böylelikle malvarlıklarına soruşturma aşamasında kolayca tedbir konulmasının önüne geçilmişti. Yine o düzenlemeyle tedbir konulabilmesi için soruşturmaya konu suçtan eldi edildiğine dair MASAK’tan rapor alınması kriteri getirilmişti. Ancak teklif ile anayasal düzene karşı suç işleyen kişilerin de taşınmazlarına, hak ve alacaklarına tedbir konulmasının önü açılmaktadır. Üstelik el konulan malvarlıklarının adı geçen suçla alakası olması şartı da aranmayacak! Oysa şimdiye kadar anayasal düzene karşı işlenen suçlar, malvarlığına el koyma gerekçesi değildi. Hükümetin toplumsal muhalefeti her açıdan kuşatmak, hareket edemez hale getirmek ve susturmak istediği anlaşılmaktadır.
Avukatlıktan hakim-savcılığa geçişte aranan 5 yıllık meslekî tecrübe kriteri de 2 yıla düşürülmektedir. HSYK seçimi öncesi yapılan teklifte bu sürenin 3 yıla düşürülmesi öngörülmüştü. Ancak düzenleme yasalaşmadan, HSYK seçimlerinin kazanılmasıyla, bu süre değiştirilerek teklife 2 yıl olarak geçirilmektedir. Bu ve diğer bazı maddelerde AKP’nin yargıyı tümden kendisine bağlama niyeti sezilmektedir.
“Reform” Değil Biat Ve Susturma Yasası!
TBMM’ye sevk edilen “Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi”nin ilk kısmı noterlikle ilgili, ikinci kısım hâkim ve savcılarla ilgili ve üçüncü kısım ise güvenlikçi düzenlemelerden oluşmaktadır. Bir nevi küçük bir torba yasa ile karşı karşıyayız. AKP bir kez daha asıl niyetini başka düzenlemeler ardına gizleyerek getirmektedir. Hukuksal olarak sorunlu olması bir yana ahlaki olarak da doğru değildir.
Öte yandan gerek Başbakan’ın ve gerekse de Adalet Bakanı’nın yasa teklifini “reform”olarak nitelemeleri ve “güvenlik” ile alakalı değil demeleri kamuoyundan yükselen tepkiyi dindirmeye yönelik, başarılı oldukları tek alan olan “algı operasyonunun” bir parçasıdır. Oysa teklif ile açıkça toplumsal muhalefeti sindirme ve bastırma hedeflenmektedir.
AKP’nin IŞİD’e yönelik tavrını protesto etmek ve Kobanê’de yaşanacak olası bir katliama dikkat çekmek için başlayan olaylarda onlarca vatandaşımızın yaşamını yitirmesinden sonra Hükümetin sorunun çözümü yerine oluşan zemini kendi amaçları doğrultusunda değerlendirmeye çalışması vahimdir. Anti demokratik uygulamalara yönelik tepkilerin arttığı bir süreçte hükümetin “bunlar boşluklardan faydalanıyor, güvenlik güçlerinin inisiyatifi yeterli değil, şımardılar” vb. söylemleri akla 12 Eylül darbe gerekçelerini getirmektedir.
- Hükümete sormak isteriz; Adana’da kontra yöntemlerle katledilen gazeteci Kadri Bağdu’nun katillerini yakalamanızda mevcut yasalar yetersiz mi kalmaktadır? Katilleri ortaya çıkarmak için yeni yasalara ihtiyaç var mıdır?
- Bingöl’de polise yönelik gerçekleşen saldırının gerçek faillerini yakalamanızda hangi yasalar size engel olmaktadır? Yargısız infaz hangi yasalara dayanılarak gerçekleştirilmiştir?
- Daha önce Şerzan Kurt, Baran Tursun, Festus Okey ve Gezi’de olduğu gibi Kobanê eksenli gelişen olaylarda da yaşamını yitirenlerin çoğu güvenlik güçlerinin uyguladığı şiddet sonucu yaşamını yitirmesine rağmen, polise yeni yetkiler vermenizdeki amaç nedir? Eğer mevcut yasalar insan hak ve özgürlüklerini esas almış olsaydı, güvenlik güçleri bu kadar pervasız olabilir miydi?
- Bayrak yakma, Atatürk büstü kırma eylemlerini gerçekleştirenleri yakalamak için yeni bir yasaya ihtiyaç var mıdır? Bu eylemlere karşı halkta gelişen öfkenin güvenlikçi yasalar çıkarılmasına bahane edilmesi, “acaba bayraklar tam da bunun için mi yakıldı” sorusunu sormamızı haklı kılmaz mı?
Sonuç olarak; Son yıllarda demokratik hak arama yolları giderek kapatılmakta, temel hak ve özgürlükler kısıtlanmaktadır. Sistematik olarak geliştirilen bu yönelim bu yasa teklifi ile yeni bir aşamaya yükseltilmektedir.
Sıkıyönetim uygulamaları olağanlaştırılmak, tüm toplumsal muhalefete karşı “entegre strateji” hayata geçirilmek istenmektedir.
Zaten çok zor şartlarda yürüttüğümüz sendikal örgütlenme ve mücadele bundan sonra yoğun gözaltı, tutuklanma, dinleme, mal varlıklarımıza el konulması ile karşı karşıya kalacaktır.
Kürt sorununun diyalog ve müzakere ile onurlu bir barışla çözülmesi umutları bir kez daha sönümlenecek, kanlı ve acılı bir döneme davetiye çıkarılacaktır. Çünkü buteklif açıkça siyasal kanalların tıkatılmasını, siyasal mücadelenin engellenmesini hedeflemektedir. Teklif yasalaştıktan sonra yeni toplu tutuklamaların, cadı avının ve “eş zamanlı” gözaltıların başlaması an meselesi haline gelecektir.
Yasa teklifinin güvenlikçi maddeleri derhal geri çekilmeli, benzeri çalışmalar durdurulmalıdır. Toplumsal gerginlik güvenlikçi yasalarla değil demokratikleşmeyle giderilir. Dolaysıyla başta TMY, 2911, TCK, CMUK gibi anti demokratik yasaların kaldırılması olmak üzere demokratikleşme çalışması başlatılmalı, çok hızlı adımlar atılmalıdır.
Konfederasyonumuz yasa teklifindeki ilgili maddeler geri çekilinceye kadar, emek ve demokrasi güçleriyle birlikte eylem ve etkinliklerde bulunacak, hükümetin “reform yapıyorum” diyerek kamuoyunu yanıltmasına izin vermeyecektir.
KESK Merkez Yürütme Kurulu