Bundan 36 yıl önce halklarımızın, emekçilerin ve gençlerin yaşamlarına bir karabasan gibi çöken 12 Eylül faşist darbesi o güne kadar emekçilerin yoğun mücadeleler ile kazandıkları haklarının üzerinden bir silindir gibi geçmiş, Türkiye halklarının biriktirdiği tüm değerleri ezen tank paletlerinin sesi olmuştur. Emekçi halkın kendi kaderine sahip çıkma iradesi büyük bir zorbalıkla kırılırken, 650 bin kişi gözaltına alınmış, 1 milyon 683 bin kişi fişlenmiş, 30 bin kişi “sakıncalı” olduğu için işten atılmış (İşten atılanların 3 bin 854’si öğretmen, 120’si öğretim üyesi ve 47’si hâkim) 31 gazeteci cezaevine gönderilmiş, seçilmiş belediye başkanları görevden alınarak yerine sıkıyönetim tarafından atama yapılmış, 517 kişi idam cezasına çarptırılmış, 50 kişi acımasızca asılmış, yüz binlerce insan akıl almaz işkencelerle, göz altılarla, cezaevlerinde ölüme terk edilmiştir.
12 Eylül’ün karanlığı, dünden bugüne aynı faşizan anlayışıyla devam etmektedir. 7 Haziran Genel seçimlerinde istediği sonucu alamayan AKP ve Cumhurbaşkanı tehlikeye giren tek parti ve Başkanlık rejimini yeniden kurmak amacıyla seçim sonuçlarını tanımamış, halkı aylarca koalisyon görüşmeleriyle oyalamış, 1 Kasım’da ‘seçimlerin yenilenmesi’ kararıyla halk iradesini yok saymıştır. 20 Temmuz Suruç katliamıyla toplum kaotik bir ortama sürüklenmiş, 10 Ekim’de Ankara Garı’nda Cumhuriyet tarihinin en büyük katliamıyla yüz yüze bırakılmış, bu katliamın üzeri sözde soruşturmalarla örtülmeye çalışılarak diğer katliamların önü açılmıştır.
AKP, 2016 Şubat ayında çıkardığı başbakanlık genelgesiyle konfederasyonumuza karşı sindirme, baskı altına almak amacıyla bir yönelime girmiş, Anayasa ve yasalara aykırı olarak sendikal eylemlerden suç çıkarılmaya çalışılmıştır. AKP’nin kodlarında var olan siyasal İslamcı ideolojiye bağlı olarak başta eğitim olmak üzere toplumsal yapı dinsel referanslarla bezenerek yeniden yapılandırılmaya çalışılmıştır. AKP kuvvetler ayrılığı yerine ülkeyi yasa ve anayasaya aykırı bir şekilde yasama, yürütme ve yargıyı tek elde toplama gayretine girişmiş, tek adam diktasına gitme yolunda hızlı adımlar atılmaya başlanmıştır. TBMM’de hükümet olmuş partinin genel başkanının değiştirilmesiyle seçilmiş bir başbakan tasfiye edilmiş, TBMM’de milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasıyla meclise adeta darbe yapılmıştır. Böylelikle 7 Haziran seçimlerinden sonra halkın iradesi bir kez daha yok sayılarak parlamenter sistem sivil bir darbe ile karşı karşıya kalmıştır.
15 Temmuz’da ülkemiz yeni bir askeri darbe karşı karşıya kalmış ancak bu başarısız bir darbe girişimi olarak tarihe geçmiştir. 15 Temmuz askeri darbe girişimi her ne kadar önlenmiş ise de AKP iktidarının uygulamalarını darbeden ayırmak mümkün değildir. “15 Temmuz Darbe girişimi başarılı olsaydı neler olurdu?” sorusu: AKP’nin darbe girişimi sonrasında uyguladığı tüm politikalarında yanıtlanmaktadır. Bu durum yaşananların AKP darbesi olduğu tespitini doğrulamaktadır.AKP 15 Temmuz darbe girişimini kendi otoriter-totaliter, tekçi, mezhepçi, dayatmacı, toplumu kutuplaştırıcı bir siyaset ile başkanlık sistemini inşa etmek için bir fırsat olarak kullanmaya çalışmaktadır. AKP, darbe girişiminden hemen sonra OHAL ilan edip ülkeyi KHK’lerle yönetmeye başlamış, torba yasalar, genelgelerle her türlü demokratik hakkın kullanımını ortadan kaldırmış, kendisine muhalif olarak gördüğü tüm kesimlere karşı adeta savaş başlatmış, kuvvetler ayrılığı yerine kuvvetler birliğini ikame ederek tüm yetkileri Cumhurbaşkanı’nda toplamıştır. Hukuku ayaklar altına alarak KHK’ler ile sözde 15 Temmuz darbe girişiminin sorumlularıyla mücadele söylemi tüm hukuksuzluklara kılıf olarak kullanılmaktadır.
AKP, darbe girişimini yarım kalmış operasyonlarını tamamlamak için de bir bahaneye dönüştürmüş durumdadır. Kamuda iş güvencesini fiili olarak işlemez kılarak açığa aldığı, ihraç ettiği kamu emekçilerine ilişkin herhangi bir delil sunma ihtiyacı bile duymamaktadır. Sendikal örgütlülüğü, temel hak ve özgürlükleri açıkça hedef alan AKP iktidarı, muhalif sesleri susturmayı kendi deyimiyle “ölüm kalım” meselesi olarak görmektedir. Bunun somut örnekleri arasında ‘Barış İçin Akademisyenler İnisiyatifi’ ile sendikal eylem ve etkinliklere katılan kamu emekçilerine yönelik baskı ve işten atmalardır. AKP iktidarının darbe girişimini fırsat bilerek, yazdıkları haberler, yazdıkları kitaplar nedeniyle cezaevine atılan gazeteciler, yazarlar (cezaevindeki gazeteci sayısı 40’ı aşmıştır) açığa alınan, ihraç edilerek işten atılan ( açığa alınan kamu emekçisi 80 bini geçmiş, ihraç yoluyla işten atılan kamu emekçisi sayısı 50589) kamu emekçileri (bunun 28 bin 163 öğretmen, 2346 akademisyen), halkın seçtiği belediye başkanlarının görevden alınarak (28 belediye başkanı görevden alındı) yerine kayyum atanmasında hiçbir hukuki kaygı güdülmemesi yapılan işlerin ancak darbe koşullarında görülebilecek uygulamalar olduğunun açık göstergeleridir.
AKP hükümeti izlediği dış politikayla doğrudan ABD’nin onayı ve desteğiyle gerçekleşen 12 Eylül’ün aklını, aynı strateji ile bu günde sürdürerek Türkiye’yi Ortadoğu’da emperyalist işgal politikalarının taşeronu olarak kullandırtmaktadır. İçte ve dışta uyguladığı savaş politikaları ile ülkeyi tam bir cehenneme çeviren AKP iktidarı, Kürt sorununun demokratik, barışçıl ve müzakerelere dayalı siyasal çözümünü iktidarlarının sonu olarak görüp terör ve terörizmle mücadele konseptiyle ele alarak aylarca kuşatılan yaşam alanları, kutsanmış ölüm ve öldürmelerle sonu kestirilemez bir yıkım ve tahribat ortamı yaratmış, on yıllardır binlerce insanımızın ölümüne, çocuklarımızın geleceği olan kaynakların savaşa aktarılmasına, doğanın ve yerleşim yerlerinin yıkımına yol açan tekçi, inkârcı ve faşizan yöntemde ısrar etmektedir. Kürt sorununda inkâr ve imha politikalarının AKP eliyle yeniden devreye sokulduğu ülkemizde yürütülen tam iç savaş politikasıdır.
AKP’nin yıllarca Türkiye’de ve Ortadoğu’da izlediği ırkçı/ayrımcı/tekçi/mezhepçi bir siyaset ekseniyle, ülkemiz başta olmak üzere Suriye, Irak ve genelde tüm Ortadoğu’da insanlık IŞİD, El Nusra gibi birçok paramiliter vahşet güçleri eliyle kitlesel biçimlerde katledilmiş, bölgenin doğal kaynakları emperyalizme peşkeş çekilmiş, ülke sınırları eleğe çevrilerek hem Suriye’de IŞİD vb. vahşet örgütlerinin katliamlarına zemin sağlanmış hem de ülkemizde IŞİD’in cirit atmasının önü açılmış, canlı bombalarla pek çok insanımız katledilmiştir. AKP’nin yeni Osmanlıcı-mezhepçi politikalarının sonucu olarak Ortadoğu halklarının bugünleri, gelecekleri ve bir arada yaşama umutları yok edilmiş, ülkemizse bir yanıyla bu katliamların coğrafyası olurken diğer yandan da ortağı haline getirilmiş, Suriye politikasındaki yanlışta ısrar Cerablus işgaliyle derinleşerek sürdürülmüştür.
ABD’nin ‘bizim çocuklar başardı’ ve dönemin TİSK başkanı Halit Narin’in ‘gülme sırası bizde’ sözleriyle özetlenen 12 Eylül faşist darbesi, emperyalizmin ve sermayenin çıkarları doğrultusunda gerçekleşmiş, finans kapitalin ve uluslararası tekellerin ihtiyaçlarına yönelik kurulan neoliberal politikalar Türkiye’de giriş kapısı bulmuştur. 12 Eylül faşist cuntasının tüm hukuk-kurum ve yasaları bugün iktidarda, ‘Demokles’in Kılıcı’ gibi emekçi halkların üzerinde sallanmaya devam etmektedir. AKP anti-demokratik, tekçi, otoriter, faşizan ve emek karşıtı uygulamaları 12 Eylül ve sonrası iktidarların devamı niteliğindedir. 15 Temmuz darbe girişimini meclisi devre dışı bırakıp, kuvvetler birliğini tek adama diktasına bağlayan politikalarını uygulamada bir bahane olarak kullanmaktadır. AKP 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında ülkede OHAL ilan edip KHK ile ülkeyi yöneterek 12 Eylül darbeci anlayışını devam ettirmektedir.
İşçilerin ve emekçilerin kendi kaderlerini belirleme haklarını ellerinden alan, iradelerini yok sayan, kazanılmış haklarını gasp eden 12 Eylül zihniyeti tarafından uygulanmaya başlanan 24 Ocak kararlarının hükmü bugün AKP iktidarında da işçilerin ve emekçilerin yaşamlarını tek başına belirlemektedir. İşçilerin yaşamlarını bile değersiz gören ödünç işçilik, kiralık işçi büroları, vb. Uygulamalar gibi 19.yy’ın kölelik koşulları bu hükümlerden aldığı mirasla bugün yaşamımıza taşınmaktadır. Azgın sömürü ve kar hırsıyla tarihin en büyük işçi katliamlarına imza atan AKP hükümeti, bu katliamlara neden olan güvencesiz ve taşeron çalışmayı yasalarla kalıcı hale getirirken, sadece kamu emekçilerini değil, en temel hak olan kamu hizmetlerinden yararlanan tüm halkın yaşamına doğrudan etki eden kamu alanını da taşeron cehennemine dönüştürmektedir.
Bugün, halkın büyük çoğunluğunun yoksulluk ve sefalet içinde yaşadığı, özgürlüklerinin kısıtlandığı, OHAL ve KHK’ler aracılığıyla anayasanın ve uluslar arası sözleşmelerden doğan hakların askıya alındığı, gençlerin gelecek umutlarının yok edildiği, kamu emekçilerinin hukuksuz ve keyfi olarak açığa alınıp, işten atıldığı, ülkemizin siyasi, ekonomik ve askeri bakımından emperyalizme daha da bağımlı olduğu, gericiliğin toplumsal alanı kuşattığı bir ülkede yaşıyorsak, bu 12 Eylül ile birlikte kurulan ve bugün AKP iktidarıyla devam eden yeni sömürü düzeninin bir sonucudur.
KESK olarak, 12 Eylül’ün 36 yıldır sürdürülen karanlığında AKP darbesi ile şiddetlenen tüm saldırıları geriletmeye, barışı egemen kılmaya dönük laik, demokratik bir ülke temelinde halkların özgürlüğü ve eşit yurttaşlık talepleriyle, yeni bir anayasayı hayata geçirinceye dek toplumsal muhalefetin tüm unsurlarıyla birlikte ortak mücadeleyi esas almaya devam edeceğiz.
KAHROLSUN 12 EYLÜL FAŞİST DARBESİ!
KAHROLSUN DARBECİLER VE DARBECİ ZİHNİYETİ!
FAŞİZME, DARBELERE VE OHAL’E HAYIR! ACİL DEMOKRASİ!
YAŞASIN EMEK, DEMOKRASİ VE BARIŞ MÜCADELEMİZ!
YÜRÜTME KURULU