Takvimler bugün 14 Ocak 2018 tarihini gösteriyor. Gözümüzü iğneden ipliğe her şeye yapılan zamlarla açtığımız, bin bir türlü zorluk içinde borçla harçla ayakta kalmaya çalıştığımız bir yılı geride bıraktık. 2017 yılını tüm hesap oyunlarına rağmen son 14 yılın en yüksek enflasyonuyla, %11,92 oranındaki resmi enflasyonla kapatan beş milyon kamu emekçisi ve emeklisi olarak yarın 2018 yılının ilk maaşlarını alacağız.
Siyasi iktidarın sözcüsü haline gelen yandaş medya yıllık enflasyonun açıklanmasının hemen ardından her gün “memura müjde” haberleri yapıyor. Para desteleri fotoğrafının hiç eksik olmadığı haberler mesleğimize, derece ve kademlerimize göre düzenlendiği söylenen ama hep yüksek tutulan, ‘en düşük memur’ maaşı rakamlarına bile aile ve çocuk yardımının eklendiği tablolarla süsleniyor. Maaşlarımızda günlük bir simit parası artış sağlayacak enflasyon farkı ‘zam’ diye gösterilip kümülatif hesaplara dahil edilerek tüm kamuoyu aldatmak isteniyor.
Oysa beş milyon kamu emekçisi ve emekli, yandaş konfederasyonun altına imza atmaktan yorulmadığı ‘satış sözleşmelerinin’ bedelini ödemeye devam ediyor. Artış oranı belirlenirken hiçbir zaman tutmayan hedeflenen enflasyonu, enflasyon farkında ise gerçekleşen enflasyona göre sonradan yansıtmayı temel alan satış sözleşmeleri maaşlarımızdaki erime sürüyor.
Bu nedenle yarın alacağımız bordrolarımız yandaş konfederasyonun ve iktidar sözcüsü medyanın kümülatif yalanlarının, artan yoksulluğumuzun belgesidir.
Bilindiği üzere icazet sendikacılığının Türkiye temsilcisi malum konfederasyon 3. Dönem ‘toplu sözleşmede’ 2017 yılı için %3 +%4 maaş artışına imza atarak maaşlarda yıllık kümülatif %7,2 artış olacağını iddia etmiştir. Bununla da yetinilmemiş sadece yandaş konfederasyon değil, hükümet ve iktidar sözcüsü medya tarafından yılsonunda ulaşılacak maaş tutarı sanki her ay cebimize girecekmiş gibi bir algı yaratılmıştır.
Gerçekte ise 2017 yılı %3 + %4 artış oranının maaşlarımızdaki yıllık ortalama karşılığı ise %5,06’dır. Bu durumda enflasyonun altışar aylık dilimler halinde verilen artış oranını aşması halinde yansıtılan farklar da maaşlardaki erimeyi durduramamaktadır. Yani gömleğin ilk düğmesi kümülatif hesaplar esas alınarak yanlış iliklendiği için ondan sonraki tüm düğmeler de yanlış iliklenmekte, enflasyon farkı yansıtılmasına rağmen maaşlarımızdaki erime sürmektedir.
Buna rağmen yandaş konfederasyon yönetimi enflasyon karşısında eriyen maaşlarımızın telafi edilmesi için tek cümle etmediği gibi satış sözleşmelerinin sorumluluğundan kaçmak için tıpkı hükümet sözcüleri gibi konuşmaktadır. Öyle ki maaş artışlarımızın hedeflenen enflasyon rakamlarının üzerinde olduğunu, bu nedenle başarılı bir sözleşme yaptıklarını söyleyecek kadar pişkinleşmişlerdir. Hükümet ise son 14 yılın en yüksek resmi enflasyonun yaşandığı bir ortamda bile “işçiyi, memuru enflasyona ezdirmedik” nutukları atmaya, büyüme rakamları ile övünmeye devam etmektedir.
Her şeyden önce siyasi iktidarın ezdirilmediğimizi söylediği enflasyon gerçek enflasyon değil, TÜİK tarafından belirlenen resmi enflasyondur. Kamu emekçilerinin ve emekliklerinin maaş artışlarında yıllardır TÜİK tarafından belirlenen bu resmi enflasyon temel alınmaktadır. Tüketim sepetinde, 12 ana harcama grubunun endeksteki ağırlıklarında oynanarak bilinçli olarak düşük tutulan bu resmi enflasyon ile çarşıda, pazarda, mutfakta yaşanan gerçek enflasyonun uzaktan yakından bir alakası yoktur. Hem başta temel tüketim maddeleri olmak üzere adan zye her şeyi kapsayan zam furyası hem dolar kurundaki olağan üstü artış TÜİK’in resmi enflasyon rakamlarını yalanlamaktadır.
Kamu emekçileri olarak içinde bulunduğumuz alt gelir gruplarının en çok tükettiği ekmek, peynir, zeytin, yumurta, yoğurt, süt, baklagiller, patates, sebzeler gibi temel tüketim maddelerinin fiyat resmi enflasyonu katlayan oranlarda artmıştır. Örneğin son bir yılda yumurtanın fiyatı yüzde 35, nohutun fiyatı yüzde 32, limonun fiyatı yüzde 65, domatesin fiyatı yüzde 50, patlıcanın fiyatı %25 artmıştır.
Zaman zaman hükümet yetkilileri tarafından yapılan “dolar kurundaki artış vatandaşı etkilemiyor” gibi akla ziyan açıklamaların tam aksine kurdaki artış tükettiğimiz hemen her şeye yansımaktadır. Çünkü döviz kurundaki artış petrol ve doğalgaz başta olmak üzere pek çok ara mal, makine ve teçhizat ve teknolojiye ithalat bağımlılığı süren Türkiye’de üretimin maliyetini artırmaktadır. Artan bu maliyet ise tüketiciye yansıtıldığı için akaryakıt, ulaşım, doğalgaz başta olmak üzere günlük yaşamımızdaki pek çok şeye yapılan zamlar artmaktadır.
Yılı resmi olarak %15,47 ile kapatan üretici enflasyonu (Yurt İçi Üretici Fiyat Endeksi) ile 11,92 ile kapatan resmi enflasyon tüketici enflasyonu (TÜFE) arasındaki bugüne kadar hiç olmadığı kadar açılan makas söz konusu zamların sürmesi denektir
Öte yandan yeni yıl da zamlarla başlamıştır. Köprü ve otoyollardan geçiş ücretlerine % 25, elektriğe %8,8 zam yapılmıştır. Damga vergisinden, su tüketim bedeline, ehliyet harçlarından trafik cezalarına birçok kalemde %14,5 oranında artış yapılmıştır. Bütçeye kaynak yaratmak için çıkarılan torba yasa ile enerji içecekleri ve alkolsüz biranın yanı sıra gazoza, meyveli içeceklere, soğuk çaya ve limonataya bile %10 oranında özel tüketim vergisi getirilmiştir.
Tüketicinin tepkisini çekmemek için fiyatı doğrudan artırmak yerine ürünün gramajını, litresini, paket içindeki adedini düşürmek sureti ile yapılan örtülü zamlarda da artış yaşanmaktadır. 50 gramlık ekmeğin gramajı yılbaşından itibaren büyük şehirlerde 200 grama düşürülürken fiyatı yine 1 TL’de tutulmuştur. Böylece dar gelirlilerin tüketimlerinde ağırlıkta olan ekmeğe %20 oranında zam yapılmıştır.
Tüm bunlar yetmezmiş gibi çıkarılan aflar ve verilen teşviklerle sermayeden, patronlardan alınmaktan vazgeçilen vergiler de ücretli-maaşlı kesimin omzuna yıkılmıştır. Sermayeye, büyük patronlara, yandaşlara, hatta kara para aklayanlara her türlü vergi ve teşvik kolaylığı sağlanırken sıra emekçi sınıflara gelince artan oranlı gelir vergisi tarifesi devreye sokulmaktadır.
Aşağıda son on yılın tarifelerinin ilk dilimlerindeki gelir vergisi artış oranları ile resmi enflasyon oranlarındaki artışın karşılaştırıldığı tablodan da görüleceği üzere, emekçilerin gelir vergisi kesilen brüt kazanç üst sınırındaki artış enflasyonun çok altında tutulmaktadır. Böylece kamu emekçileri bir üst gelir vergisi dilimine her yıl daha erken girmekte, dolayısıyla maaşından kesilen gelir vergisi artmaktadır.
Tablo: Gelir Vergisi Tarifesi Artış Oranı – Enflasyon Oranı
YIL | GELİR VERGİSİ İLK DİLİM %15 (TL) | ÖNCEKİ YILA GÖRE ARTIŞ (%) | ENFLASYON (%) |
2008 | 7.800 | 4 | 10,1 |
2009 | 8.700 | 11,5 | 6,5 |
2010 | 8.800 | 1,1 | 6,4 |
2011 | 9.400 | 6,8 | 10,5 |
2012 | 10.000 | 6,3 | 6,2 |
2013 | 10.700 | 7 | 7,4 |
2014 | 11.000 | 2,8 | 8,2 |
2015 | 12.000 | 9,1 | 8,8 |
2016 | 12.600 | 5 | 8,5 |
2017 | 13.000 | 3,2 | 11,9 |
2018 | 14.800 | 13,8 | ? |
Yukarıdaki tabloya göre maaşları yıllardan beri resmi enflasyona endekslenen, hatta 2014 yılındaki brüt 123 TL artış fiyaskosunda olduğu gibi maaşları bazen resmi enflasyonun bile altında kalan kamu emekçileri artan oranlı gelir vergisi dilimi adaletsizliği sonucunda her yıl daha fazla vergi ödemektedir. Resmi enflasyona endeksli artış tutarları daha ceplerine girmeden vergiye gitmektedir.
Buna göre düşük maaş alan kamu emekçileri 2018 yılında Ağustos, ortalama maaş alanlar Haziran özellikle 399 sayılı KHK’ye tabii personel başta olmak üzere gelir vergisine esas kazançları daha yüksek olanlar ise Nisan ayından itibaren bir üst vergi dilimine girecektir. Bu durumda, gelir vergisine esas kazanç tutarlarına göre değişmekle birlikte, yarından itibaren yapılacak %4 artış kamu emekçilerinin maaşlarına aslında %0,5 ile %1,7 arasında yansıyacaktır.
Tüm bunlara ek olarak 18 aydır sürdürülen OHAL karanlığı ile kamu emekçilerinin iş güvencesi fiilen ortadan kaldırılmış, sendikal hak ve özgürlükleri darbe dönemlerini bile aratmayacak ölçüde kısıtlanmıştır.
Bu koşullarda hükümetin övündüğü büyüme ise emekçilere ve halka istihdam yaratarak işsizliği azaltan, gelirlerini artırarak yoksulluğu ortadan kaldıran, refah artışı getiren bir büyüme değildir. Sermayenin, servetin büyümesidir. Dolayısıyla hükümetin çizdiği tozpembe tablo, büyümeden pay alamayan, borçlanarak yaşayan, geliri artmadığı gibi azalan, milli gelirden aldığı pay bir yıl içinde %35’ten %30’ a düşen ücretli kesim için, iki gün önce meclis önünde ‘geçinemiyorum’ diyerek kendini yakan inşaat işçisi için masaldan ibarettir.
Sonuç olarak zam furyasının devam ettiği, dolar kurundaki olağan üstü artışın sürdüğü, adaletsiz gelir vergisi dilimlerinin ve dolaylı vergilerin sırtımıza yüklendiği, açlık sınırının 1.800, yoksulluk sınırının 5.300 TL’yi aştığı, iş güvencemizin OHAL ile fiilen ortadan kaldırıldığı bu koşullarda maaşlarımıza %1.69’luk enflasyon farkının yansıtılmasının, %4’lük toplu sözleşme artışı yapılmasının karşılığı yoktur.
Oysa bu ülkenin fedakar kamu emekçileri, emeklileri insanca bir yaşama yetecek ücret, güvenceli çalışma koşullarını fazlası ile hak etmektedir.
Bugün önümüzdeki en büyük engel sendikal hak ve özgürlüklerimizi kullanamaz hale getiren OHAL-KHK rejimidir. Bunun için sendikalı, sendikasız tüm kamu emekçilerine çağrıda bulunuyoruz.
İnsanca çalışma ve insanca yaşam için,
Çalışma hakkımızı, iş güvencemizi fiili olarak ortadan kaldıran tüm saldırıların durdurulması,
Maaşlarımızın gerçek enflasyon oranında artırılması, kayıplarımızın telafi edilmesi,
Gelir vergisi dilimlerindeki adaletsizliğin ortadan kaldırılması,
Ek ödemlerin emekli aylığımıza dahil edilmesi temel taleplerine birlikte sahip çıkalım.
Gelin, OHAL-KHK rejimine, emeğimizi, alın terimizi gasp etmek isteyenlere karşı omuz omuza birlikte olalım.