Anasayfa / MANŞET / ÇED Raporu İptal Edilmeli, Sinop Nükleer Santral Projesinden Derhal Vazgeçilmelidir!

ÇED Raporu İptal Edilmeli, Sinop Nükleer Santral Projesinden Derhal Vazgeçilmelidir!

Eş Genel Başkanımız Mehmet Bozgeyik, bileşeni olduğumuz Nükleer Karşıtı Platform ile Sinop’ta kurulmak istenen santralin ÇED raporunun iptali için Samsun idare mahkemesinde görülen duruşmada  “Ortada bir proje yok!”#nükleerehayir diyerek bir açıklama gerçekleştirdi.

ÇED Raporu İptal Edilmeli, Sinop Nükleer Santral Projesinden Derhal Vazgeçilmelidir!

AKP iktidarı tarafından Sinop’ta kurulması planlanan Nükleer Güç Santrali Projesinin, doğaya ve insana vereceği zarar 15 kişilik bilim Kurulu tarafından hazırlanan rapor ile bilimsel olarak da kanıtlanmasına rağmen ısrarla devam ettirilmek istenmektedir.

Uğruna Sinop’un İnceburun bölgesinde 480 bin ağacın izinsiz kesildiği Sinop Nükleer Santrali projesinden Japon firması çekilmesine, dolaysıyla antlaşma geçerliliğini yitirmesine rağmen projede ısrar etmek AKP’nin hukuk tanımaz, doğa ve insan karşıtı politikalarının örneklerinden birisidir.

Mayıs 2018’de Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Japonya gezisi sırasında ilgili Japon firmasının Sinop NGS den maliyet artışlarını ileri sürerek vazgeçtiğini duyurmasından sonra Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından halktan kaçırılarak hazırlanan ve olumlu görüş bildiren ÇED’in hükümsüz kaldığı düşünülürken, 11 Eylül 2020 tarihinde Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Sinop NGS Nihai ÇED’inin kabul edildiğini duyurmuştur!

Bakanlığın ÇED olumlu kararı üzerine kararın iptali istemi ile Samsun 2. ve 3. idare mahkemelerine davalar açılmıştır.

Aralarında Konfederasyonumuzun, Nükleer Karşıtı Platformu’nun da olduğu 112 kurum, kuruluş ve kişi tarafından Samsun İdare Mahkemelerine iptal istemli davalar açılmıştır.

Açılan davaların ilk duruşması 28 Mart 2022 tarihinde (bugün) Samsun İdare Mahkemesinde görülmeye başlanmıştır.

Duruşmaya Konfederasyonumuzu temsilen Eş Genel Başkanımız Mehmet Bozgeyik ve Avukatımız Pınar Akdemir katılmıştır.

Av. Pınar Akdemir duruşmada ÇED raporuna karşı görüş bildiren 15 kişiden oluşan Bilim Kurulunun raporuna atıflarda bulunmuştur. Av. Pınar Akdemir; Nükleer Santralin orman ekosistemi açısından iptal gerekçelerini belirterek daha proje aşamasında bile yıkıcı etkilerinin en somut şekilde görüldüğüne dikkat çekerek yaşanan ağaç kıyımı ile ekosistemin ortadan kaldırıldığını, telafisi mümkün olmayacak zararların daha şimdiden hissedilmeye başlandığını ifade etmiştir. Projede, sahanın rehabilitasyonuna ilişkin herhangi bir çalışma olmadığına dikkat çeken Akdemir, orman köyleri ve köylüleri bakımından bir sosyal etki analizinin dahi yapılmadığını belirtmiştir.

ÇED raporunda yer alan çok sayıda tutarsızlığın iktidara keyfi uygulamalara yol verme kaygısından kaynaklandığını vurgulayan Akdemir; raporun ormancılık tekniği, çevre ve orman hukuku, ağaçlandırma tekniği, ekolojik etki durumu gibi birçok açıdan eksik ve yetersiz olduğunu ifade etmiştir. Kesin izin almadan sahada nasıl çalışılacağının izaha muhtaç olduğunun belirtildiği Bilim Kurulu raporuna atıfta bulunan Akdemir, sivilkültürel uygulama için sivilkültür plan olması gerektiği, oysa ÇED raporunda bu hususa ilişkin herhangi bir şeyin olmadığını belirtmiştir. Sahada izinsiz kesilen ağaçlarla birlikte bitki örtüsünün tamamen yok edildiğine dikkat Çeken Av. Pınar Akdemir, bunun çevredeki ormanlara ve köylülerin günlük yaşamlarına nasıl bir etkisinin olduğuna/olacağının ÇED raporunda değerlendirilmediğine vurgu yapmıştır.

Nükleer Santralin orman ekosistemine vereceği zararların yanı sıra projenin hayata geçirilmesi durumunda işçi sağlığı ve güvenliğine vereceği çok ciddi sorunlara da dikkat çeken Akdemir, ÇED’in iptal edilmesinin hukuken bir zorunluluk olduğunu belirtmiş, iktidara projeden derhal vazgeçmesi çağrısında bulunarak konuşmasını sonlandırmıştır.

Dava açan kurum temsilcilerinin değerlendirmelerine geçilen bölümde Konfederasyonumuz adına konuşan Eş Genel Başkanımız Mehmet Bozgeyik aşağıdaki konuşmayı yapmıştır:

Sayın Mahkeme Heyeti,

Nükleer santraller, pahalı, dışa bağımlı, çözülmemiş atık sorunları olan, olası kaza halinde küresel düzeyde etkileri yıllar sürecek kirli bir teknolojidir.

Nükleer santral yapımına toplumlar değil, devletler karar vermektedir. Yapımı ve işletilmesinde, bilginin gizlendiği, denetime kapalı, şeffaf olmayan bir yapısı vardır.

Çernobil kazası 26 Nisan 1986 yılında meydana geldi. Ancak dönemin SSCB yetkilileri kazayı gizlemeye çalıştı. Kamuoyunda bilgi gizlenmesi sadece kaza anlarında başvurulan yöntem değildir. Santrallerin işletme aşamalarında ve nükleer atıkların taşınması ve depolanması aşamalarında topluma doğru bilgiler verilmemektedir. Fukuşima kazası sonrasında inceleme yapan Japonya Nükleer Güvenlik Kurumu, Fukuşima nükleer santrali işletmecisi TEPCO’nun tesisteki güvenlik denetimlerini aksattığını, daha öncesinde ise bu konuda defalarca uyarıldığını açıklamak zorunda kaldı. TEPCO firmasının işlettiği diğer reaktörlerde de çatlaklar bulunduğunu gizleme alışkanlığı olduğu da açığa çıkmıştı.

 Sayın Mahkeme Heyeti;

Dünya örnekleri incelendiğinde, güvenlik ve reaktör sistemlerinde yeni nesil teknolojiler ve tedbirler ne kadar geliştirilirse geliştirilsin nükleer kazaların engellenemediği görülmektedir. Kazalardan öncelikle çıkarmamız gereken sonuçlardan birincisi “nükleer santral güvenlidir” yalanına inanmamaktır. “Güvenlik mitinin ticaretini yapanlar, kaza olunca, küstahça bunun ‘öngörülemez’ olduğunu savunarak, sorumluluktan kaçmaktadırlar.

Dünyada nükleer kazalar ve olayların güvenlik açısından derecelendirilmesi için Uluslararası Nükleer ve Radyolojik Olay ölçeği (INES) kullanılmaktadır. Ölçek, nükleer tesislerle ilgili olayların yanı sıra radyoaktif maddelerin taşınması, depolanması ve kullanımıyla ilgili olay ve kazalarda uygulanmaktadır.

Çernobil (Ukrayna) ve Fukuşima (Japonya) nükleer santral kazaları (seviye 7), Kiştim (seviye 6- SSCB) ve Three Mile Island (seviye 5- ABD) büyük kaza sınıfındadır. Seviye 4 ve altında olan kaza ve olay tiplerinde ise sayı bine yakındır.

Türkiye’de nükleer santral olmamasına rağmen İNES ölçeğine göre 3. Seviye (ciddi olay) kaza yaşanmıştır: 1998 yılında olan ve literatüre 3.Seviye olarak giren bu çok ciddi olay ülkemizdeki ciddi denetim açığı olduğunu göstermektedir. Bu olayda güvenli bir şekilde depolanması gereken radyoaktif atıklar hurdacılara satılmış, hurdacılar tarafından sökülmesi ve kurşun zırhın çıkarılmasıyla Kobalt 60 kaynak kapsülü açığa çıkmış, söküm işini yapan işçiler ve onların aile fertleri dâhil çok sayıda kişi radyasyona maruz kalmıştır.

Öte yandan 2012 yılında İzmir Gaziemir ilçesinde kurşun üreten fabrikanın atığını arazideki toprağa gömdüğü, civarda yaşayan kişilerde görülen ciddi sağlık sorunları üzerine, İzmir nükleer karşıtları konuyu kamuoyunun ve yargının gündemine taşımışlardır.  Bu konudaki mücadele yerel yönetimlerin ve yörede yaşayan insanların katılımı ile sürmektedir.

Bu örnekler nükleer santrallerle ilgili olmamakla birlikte, ülkemizde radyasyon güvenliği kültürünün düzeyini gözler önüne sermektedir.

Sayın Mahkeme Heyeti;

Akkuyu`da nükleer santral inşa edilirken yaşanan kazalara baktığımızda, “ya nükleer santralin işletme aşamasında bu kazalar meydana gelseydi sonuçları ne olurdu?” diye tedirgin olmamak elde değil.

Akkuyu Nükleer Güç Santral (NGS) inşaatı pandeminin neden olduğu ağır koşullarda insan sağlığını ve çevreyi hiçe sayan uygulamalarla gündemdeki yerini koruyor. Santral çalışma alanında pandemi kurallarına uyulmayarak binlerce işçinin hayatının tehlikeye atılması, santralin zemininde meydana gelen çatlaklar ve sahayı genişletmek adına patlatılan dinamitler büyük sıkıntılar yaşanmasına neden olmaktadır. Yaşananlar, henüz inşa aşamasında olan santral nedeniyle gelecekte halkı nelerin beklediğine ilişkin bir uyarı niteliği taşımaktadır.

31.10.2021 tarihinde gece saatlerinde ise nükleer santral inşaatının olduğu yerde trafo patladı. Sorumlu şirketlerin açıklamasına göre, ‘Yıldırım düşmesi sonucu oluşan patlama kısa sürede kontrol altına alındı” denildi. Sıfır hata ve kazayla çalışması gereken nükleer santrale güç sağlayan ve her türlü ileri teknoloji ile korunma donanımına sahip olması gereken trafo, bir yıldırım düşmesi sonucu patlıyorsa, birkaç yıldırımla (!) nükleer santralin patlamayacağının garantisi nedir?

Ocak 2021 tarihinde santral çalışanlarına konaklama tesisleri oluşturmak amacıyla, saat 18.00 sıralarında saha açılımı yapmak için patlatılan dinamitler, çevredeki ev ve araçlarda büyük hasarlar oluşmasına neden olmuştur. Patlamanın etkisiyle 86 ev zarar görürken, Mersin halkı büyük korku ve endişe yaşamıştır.

24 Şubat 2022 tarihinde Mersin’deki Akkuyu Nükleer Santrali inşaatında, türbin yapımında kullanılan vincin halatı koptu ve tonlarca ağırlığın altında kalan bir Rus işçi öldü.

Sadece son bir ay içinde Akkuyu’da, servis araçlarının karıştığı trafik kazası sayısı üçe yükseldi. 03 Mart 2022 tarihinde, Akkuyu Nükleer Güç Santrali’nde çalışan işçileri taşıyan servis aracı devrildi, 13 işçi yaralandı.

Sayın Mahkeme Heyeti,

Nükleer santrallerde çok sayıda insan çalışmaktadır. Çok iyi eğitim görmüş az sayıda nitelikli mühendis-teknisyenin yanı sıra, ağırlıklı olarak kısa vadeli işe alınmış, taşerona bağlı, önemli işlerin yaptırıldığı çalışanlar ile işletme yapılmaktadır. Japonya Nükleer ve Endüstriyel Güvenlik Ajansı’na göre, Japonya’da nükleer santral çalışanlarının çok büyük bölümü yevmiyeli işçilerden oluşmaktadır. Nükleer santral işleyişini yüksek teknolojili kumanda odalarındaki az sayıdaki nükleer fizikçinin dışında, reaktörlerin kuru kuyularının kenarlarındaki veya kullanılmış yakıt havuzlarının kirleri temizlemek ve paspaslamak olan işçiler, alt işverenlere bağlı olarak çalışan yemek servis ve bakım işlerini yürütenler vardır.  Mart 2010’da Japonya’daki 18 adet ticari nükleer santralde çalışan 83.000 iççinin yüzde 88’i yevmiyeli işçiydi. Fransa’da işletilen nükleer santrallerde de benzer oranlarda çalışma mevcuttur.

Yine Japonya’da nükleer santral çalışanların sendika kurmalarına engel olunduğu, işçilerin sendikaya üye olmamaları için baskılar uygulandığı bilinmektedir. Sendikal örgütlenmeyi başaran işyerlerinde, güvenlik prosedürlerinin uygulanması ve radyasyon kayıtlarının takibinin yapılması gibi maddeler toplu sözleşmelere konu olmaktadır. Ayrıca, örgütlü işçi sendikaları çevreye yayılan radyasyonun da sıkı takibe alınması için baskı yapmaktadır.

Fukuşima santrali üzerine yapılan araştırmalarda, santralda hem normal üretim döneminde hem de kaza sonrası dönemde çok katmanlı taşeronluk sisteminin uygulandığı, güvencesiz çalıştırılan, günlük ücret ödenen işçilerin sağlık sigortalarının bile olmadığı tespitleri yapılmıştır.

Nükleer santrallerde çalışanlar, iş yaparken radyasyona maruz kalmaktadır. Bu radyasyon miktarı da normal bir insanın alması gerekenin çok fazla üstündedir. Fazla radyasyonda başta kanser olmak üzere kalıcı sağlık sorunlarına yol açmaktadır.  Kaza anında da ilk aşamada işçiler canlarını kaybediyorlar. Çernobil’de can çekişerek ölen temizlikçiler, yangına müdahale ederken yüksek dozda radyasyona maruz kalan ve hayatını kaybeden itfaiyeciler… aldıkları yüksek doz radyasyon yüzünden hayatının kaybeden binlerce tasfiye memuru olmuştur.

Nükleer santrallerde çalışanların işçi sağlığı ve güvenliğinin yüksek risk altında olduğunu söylemek için çok fazla örneği saymaya da gerek yoktur. Kanser ve kalıtımsal etkilerinin aylar, yıllar, hatta bir iki kuşak sonrasında dahi ortaya çıkabileceği bilimsel olarak da kanıtlanmıştır. Bu tür zararlar için illa yüksek dozda radyasyon da gerekmiyor,  düşük dozlar da aynı etkileri yaratabilmektedir. Etkilerin ciddiyeti doz şiddetine bağlı değildir.

Genel olarak nükleer santrallerin başta 3. Ve 4. Kuşak haklar olmak üzere temel insan hak ve özgürlüklerine aykırı olduğu konusunda yaygın bir görüş birliği söz konusudur.

Öte yandan nükleer santrallerin, savaşlarda askeri hedef oluşu, işletme aşamasındaki tehlikeleri, kaza riski ve nükleer atıkları başlı başına güvenlik sorunudur. Ülkemizde çalışma hayatına baktığımızda ise nükleer güvenlik sorunu daha fazla can yakıcıdır: iş cinayetleri yaygın ve sorumlular hesap vermemektedir, sendikal örgütlenme konusunda baskı ve yasaklamalar söz konusudur, taşeron uygulamaları yaygın ve denetimsizdir, güvencesiz çalışma biçimleri yaygındır.

Sayın Mahkeme Heyeti,

İktidarın ve sermayenin bu tür santrallerin neden gerekli olduğuna dair piyasaya en çok öne sürülen söylemlerin başında  “enerji açığı var, enerjinin ucuza getirilmesi için bu santrallere ihtiyaç var” söylemi ve gerekçesidir.

Konuya ilişkin Elektrik Mühendisleri Odası’nın (EMO) çok sayıda açıklaması mevcuttur. Bu söylem ne gerçeklik olarak ne de içerik olarak doğru değildir. Ülkemizde enerjide arz fazlası mevcuttur.

Enerji alanında asıl sorun özelleştirme politikalarıdır. Enerji alanındaki özelleştirmeler sonucunda devletin elektrik üretimindeki payı hızla azalmıştır.  Söz konusu pay sadece son 20 yıl içinde %60’tan %20’ye düşmüştür. Devletin elektrik dağıtım payı içindeki düşüşü ise çok daha can alıcıdır. 20 yıl önce elektrik dağıtımının tamamı yani %100’ü devlet tarafından yapılıyorken bugün devletin elektrik dağıtımındaki payı sıfırlanmış, elektik dağıtımının tamamı özel sektöre devredilmiştir. Özel sektör oldukça karlı olan enerji alanından hem üreten, hem dağıtan hem de pazarlayan olarak sonuna kadar beslenmiştir.

Kayıp kaçağı azaltmak, enerji verimliliğini sağlamak gibi adımlar yerine görülen her akarsuyun üzerine bir HES, her ovaya bir termik santral kurularak doğamız talan edilmiş, tüketilecek elektriğin çok üzerinde bir elektrik kapasitesi yaratılmıştır.

Elektrik maliyetinin 6 katını dağıtım ve üretim şirketlerine verip, kendi payını alan bir devlet tablosu ile karşı karşıyayız.

Enerjiyi bir kâr ve sömürü aracı olarak gören zihniyet bunun için yüzbinlerce ağacı kesmeyi, bilimsel olmayan ÇED raporları hazırlamayı, doğayı ve insan sağlığını hiçe saymayı reva görmektedir. Meselenin özü bu kadar nettir.

Konfederasyonumuz KESK bu nedenle bu davanın tarafıdır. İşçiden, emekçiden, doğadan yana tarafız ve bu nedenle daha fazla zararın yaşanmaması için bu hukuksuz sürecin derhal sonlandırılmasını, şimdiye kadarki zararların ise telafi edilmesini talep ediyoruz.

Print Friendly, PDF & Email


İLİŞKİLİ YAZILAR

TÜRKİYE SPOR YAZARLARI DERNEĞİ’NE KAYYUM ATANMASINI ANTİDEMOKRATİK

Gazetecilik toplumun doğru bilgiyle donanabilmesi ve demokrasimizin denge içinde işleyebilmesi için vazgeçilmezdir. Gazetecilerin, bu önemli ...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

18 + 8 =

Örnek Resim