Anasayfa / Basın Açıklamaları / KESK Açıklamalar / Halktan-Emekten Yana Bir Bütçe İstiyoruz!

Halktan-Emekten Yana Bir Bütçe İstiyoruz!

Bugün saat 12.30’da KESK merkezinde konfederasyonumuz ve sendikalarımızın MYK üyeleriyle bütçeye ilişkin basın açıklaması gerçekleştirdik.
– Bugüne kadar hayata geçirilen bütçelerle hangi noktaya geldik?
– Bütçe sürecine girerken halkın, emekçilerinin tablosundan neler yansıyor?
– Bütçe sürecine hangi sorunlarla giriyoruz?
– Seçim bütçesi bu sorunları çözebilir mi?

Sorularının yanıtları ile ‘Halktan-Emekten Yana Bütçe’ taleplerimizi paylaştığımız, Eş Genel Başkanlarımız Mehmet Bozgeyik ve Şükran Kablan Yeşil’in sunumu (için tıklayınız ) ve bütçe açıklaması (için tıklayınız) aşağıdadır.

 Ülke tarihinin en ağır çoklu krizinin ortasındayız. 

Neden çoklu kriz diyoruz? Çünkü toplum olarak ekonomiden, iç ve dış politikaya, istihdamdan güvenliğe,  eğitim ve sağlıktan barınma hakkına kadar akla gelebilecek her alanda adeta çıkmaz bir sokağa sürüklenmiş bulunuyoruz.

Başta hayat pahalılığında artış olmak üzere her alanda gittikçe ağırlaşan bu çoklu kriz koşullarında tüm halkı, emekçileri ilgilendiren bir süreç,  bütçe süreci Orta Vadeli Programın 4 Eylül 2022 tarihli resmi gazetede yayımlanması ile başladı. Bütçe Çağrısı ve Bütçe Hazırlama Rehberi de 14 Eylül tarihli Resmi Gazetede yayımlandı.

Bütçe kanun teklifinin malî yılbaşından en az yetmiş beş gün önce TBMM’ye sunulması gerekiyor. Bu durumda Cumhurbaşkanın en geç 17 Ekim’e kadar bütçe yasa teklifini TBMM’ye sunması bekleniyor.

Bütçe sürecine girdiğimiz bu dönemde ülkeden yansıyan tablo, derin bir toplumsal yoksulluk, artan yolsuzluk ve buna karşı çıkan herkesi baskı ile sindirmeye dayalı bir yasaklar ülkesi tablosudur. Bu karanlık tablonun oluşmasında yıllardır kes, kopyala, yapıştır yöntemi ile yapılan ve hayata geçirilen bütçelerin çok önemli bir payı vardır.

Çünkü hepimiz biliyoruz ki,  bütçeler sadece bir takım rakamlara, bilançolara cetvellere, teknik hesaplamalara yer verilen metinler değildir. Ödediğimiz vergilerden aldığımız maaşlara-ücretlere, yararlanacağımız kamu hizmetlerine kadar hayatımızın hemen her alanı bütçe ile belirlenmektedir.

Bütçeler bir ülkede kaynakların, gelirlerin kimlerden toplandığını ve söz konusu gelir ve kaynakların kimler için kullanılacağını gösteren belgelerdir. Buradan hareketle herhangi bir ülkedeki mevcut sistemin kimden veya kimlerden yana olduğunu anlamanın en kolay yolu bütçesine bakmaktır.

Kaynaklar, gelirler kimlerden toplanıyor, kimlerin faydası için kullanılıyor? Temel soru budur. Bu açıdan bakıldığında Türkiye’de bütçelerin giderek halktan, emekçilerden daha fazla koptuğu ortadadır. Özellikle AKP’li yıllarda hayat geçirilen bütçeler kaynakların ve toplanan gelirlerin, vergilerin, üretenlere, emekçilere, halka, toplumsal barışa değil sınırlı bir azınlığı oluşturan patronlara, sermayeye, zenginlere, çatışma ve savaş politikalarına aktarma aracına dönüşmüştür.

AKP iktidarı bütçeleri ile bugün geldiğimiz noktada:

  • Halkın, emekçilerin bütçe hakkı ortadan kaldırılmıştır.
  • Hayat pahalılığı ve işsizlik kronik bir hale gelmiştir. Türkiye Asgari Ücretliler Ülkesine dönüştürülmüş, emeğin milli gelirden aldığı pay gittikçe düşürülmüştür
  • Kamu hizmetleri alanı piyasalaştırma, özelleştirme, yatırımların kısılması yolu ile alabildiğine daraltılmıştır.
  • Vergi adaletsizliği derinleştirilmiştir. Aslan payı sermayeye, patronlara, savunma ve güvenlik adı altında çatışma ve savaşa ayrılmıştır.
  • Toplumsal cinsiyete duyarlı bütçeleme göz ardı edilmiştir.
  • Dinsel referanslar ile yönetilen bir toplum inşa etme hedefine ayrılan kaynaklar artırılmıştır.

Bilindiği üzere bütçe hakkı halkın kamu gider ve gelirlerinin belirlenmesinde söz sahibi olmasını ifade etmektedir. Bu hakkın kullanılabilmesi için halkın, emekçilerin, onların temsilcisi sendikaların, meslek odalarının, derneklerin bütçe sürecinin hazırlanışından planlanmasına ve kaynakların bölüşümüne kadar her aşamasında katılımının sağlanması şarttır.

Oysa ülkemizde AKP’li yıllarda bütçe hakkı adım adım kısıtlanmıştır. 2018 yılında hayata geçirilen tek adam rejimi ile TBMM’nin, milletvekillerinin, denetimle görevli Sayıştay’ın bile bütçe sürecindeki rolü neredeyse tamamen ortadan kaldırılmıştır.

Bugün geldiğimiz noktada bütçelerin temel kaynağını oluşturan vergilerin toplandığı halkın, emekçilerin bu vergilerin, kaynakların nerede, kimin için kullanılacağına dair tek bir söz söyleme hakkı kalmamıştır.  Bütçe süreçleri parlamentoda koltuk sayınsa bağlı ellerin kaldırılması ile bir ülkenin, halkın geleceğinin belirlendiği süreçlere dönüştürülmüştür.

Bütçe sürecine girdiğimiz bu dönemde emekçilerin ve halkın temel gündemi çarşıda pazarda yaşanan hayat pahalılığıdır. Yoksulluktur. Artmaya devam eden işsizliktir. Geçinememedir. Barınamamadır.

Bugün ülkenin ezici çoğunluğunun gündemi elektriğe, doğalgaza gelen fahiş zamlardır. Bu koşullarda kapıya dayanan kışı nasıl geçireceğidir.

Nerdeyse herkesin sanal -masa başı veriler olduğu noktasında birleştiği TÜİK rakamları bile ülkemizde son 25 yılın en yüksek enflasyonun yaşadığını göstermektedir. Enflasyon adeta yoksuldan alınıp zengine aktarılan bir vergiye dönüştürülmüştür.

En son 3 Ekim’de açıklanan verilere göre resmi yıllık tüketici enflasyonu (TÜFE)  %83,45’e, yoksullaştırılmış halk için en önemli kalemler olan gıda enflasyonu %93,05’e, ulaştırma enflasyonu %117,66’ya çıkarken, üretici enflasyonu ise  (Yİ-ÜFE) %151,50’ye çıkmıştır.

ENFLASYON – YILLIK (%)
TÜİK -TÜKETİCİ ENFLASYONU (TÜFE) 83,45
TÜİK -GIDA ENFLASYONU 93,05
TÜİK-ULAŞTIRMA ENFLASYONU 117,66
TÜİK –YILLIK ÜRETİCİ ENFLASYONU  (Yİ-ÜFE) 151,50
BES-AR – YILLIK TÜKETİCİ ENFLASYONU 171,76
ENA GRUP –  YILLIK TÜKETİCİ ENFLASYONU 186,27

Üye sendikamız BES’in araştırma birimi BES-AR’ın ve Enflasyon Araştırma Grubu’nun (ENAG) verileri gerçekte yaşanan enflasyonun TÜİK rakamlarını katladığını ispatlamaktadır.

Ülkemizdeki mevcut iktidar artan hayat pahalılığını “panndemi ve ardından Ukrayna-Rusya savaşı ile enerji maliyetleri arttığı için tüm dünyada enflasyon arttı” diyerek geçiştirmektedir. 

Oysa OECD Ağustos verilerine göre:

  • 36 üyeli OECD içinde enflasyonu hem de gerçekte yaşanının yarısı olarak gösterilen resmi enflasyonu, en yüksek olan ülke açık ara Türkiye’dir. OECD enflasyon ortalaması 10,3 iken Türkiye bu oranı sekize katlamıştır.
  • Türkiye’den sonra enflasyonu en yüksek olan ülke %24,8 ile Estonyadır.
  • Gıda enflasyonunda OECD ortalaması %15 iken Türkiye’de bunun altı katını aşan bir gıda enflasyonu yaşanmaktadır.
  • OECD enerji enflasyonu ortalaması %30 iken Türkiye’de enerji enflasyonu %133 ile OECD ortalamasının yaklaşık 4,5 katına ulaşmıştır.
  • Enerji ve gıdanın etkisinden arındırılmış çekirdek enflasyonun OECD ortalaması %7 iken Türkiye’de %68’dir.
ENFLASYON, OECD –TÜRKİYE (AĞUSTOS 2022- YILLIK- %)
OECD Ortalaması Türkiye
Genel Enflasyon 10,3 80,21
Gıda Enflasyonu %15 90,25
Enerji Enflasyonu %30 %133
Çekirdek Enflasyon(Gıda ve enerjiden arındırılmış) %7 %68

             Kaynak: OECD Data

Bu veriler dünyada pandemi ve Ukrayna –Rusya savaşı etkisi ile bir enflasyonda bir artış yaşandığını teyit etmektedir. Ancak aynı veriler Türkiye’de tüm ülkelerin çok üzerinde savaş halindeki Ukrayna ve Rusya’ya kıyasla bile çok daha yüksek bir enflasyon yaşandığını göstermektedir. Bunun da TL’yi pula çevirme başta olmak üzere iktidarın ekonomi politikalarından kaynaklı olduğunu ispatlamaktadır.

Tüm bunlara rağmen bizzat Cumhurbaşkanı “gelişmiş ülkelerde marketlerin raflar boş,  bizde dolu” demeye devam etmektedir.

Bugün Türkiye’de market raflar tıka basa doludur. Ancak halkın cepleri boşaltılmıştır.

Yıllardır göz göre göre hayata geçirilen politikalar soncunda devletin kasası da boşalmıştır.  2002 yılında 131 bin 898 dolar olan dış borç stoku sekiz senede yaklaşık iki buçuk kat artarak 308 bin 177 dolara çıkmıştır. Açıklanan son rakamlara göre 2022 yılının ikinci çeyreği itibari ile 444 bin 392 dolara ulaşmıştır.

                    

  TÜRKİYE -DIŞ BORÇ STOKU ( Milyon ABD Doları)
2002 2010 2014 2022
131.898 308.177 416.852 444.392

                      Kaynak: Hazine ve Maliye Bakanlığı

Her alanda dışarıya bağımlı ekonomik modelin ülkeyi getirdiği yer TL’nin pula dönmesidir.

Bugünlerde “neo klasik ekonomi düşüncesinden epistemolojik bir kopuşu” ile popüler hale gelen Hazine ve Maliye Bakanı geçtiğimiz yılın son günlerinde “Bir uyuyun, altı ay sonra uyanın, Türkiye’de çok farklı noktalara gideceğiz” diyordu.

Gerçekten çok farklı noktalara gittik! O gün %36,08 olan TÜİK enflasyonu altı ay sonra %78,62’ye bugün %83,45’e tırmanmıştır. O gün 11,83 TL olan 1 dolar altı ay sonra 16,62 TL’ye, bugün 18,60 TL’ye çıktı.

Tedavüldeki en kıymetli banknotumuz olan 200 TL 1 Ocak 2009 tarihinde piyasaya sürülmüştür. O tarihte 1 dolar 1,53 TL’ye karşılık gelirken bugün1 dolar 18,60 TL’dir. 2009 yılı başında 131 dolar alınan 200 TL ile bugün 11 Dolar bile değil,  10 dolar 75 sent alınabilmektedir.

Döviz kurundaki artış dış ticaret açığını da rekor seviyeye taşımıştır. 30 Eylül’de açıklanan verilere Ağustos ayında dış ticaret açığı bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 159,9 artarak 4 milyar 307 milyon dolardan, 11 milyar 194 milyon dolara yükselmiştir. İhracatın ithalatı karşılama oranı 2021 Ağustos ayında yüzde 81,4 iken, 2022 Ağustos ayında yüzde 65,6’ya gerilemiştir.

Ocak-Ağustos dönemini kapsayan sekiz ayda ise dış ticaret açığı %146,3 artarak 29 milyar 817 milyon dolardan, 73 milyar 435 milyon dolara yükselmiştir. İhracatın ithalatı karşılama oranı 2021 Ocak-Ağustos döneminde %82,5 iken, 2022 yılının aynı döneminde %69,3’e gerilemiştir.

TL’nin değer kaybı bütçeleri de alt üst etmiştir. Geçen yılki Orta Vadeli Program’da 2023 yılı Gayri Safi Yurtiçi Hasılası (GSYH)  TL cinsinden 9.041 Milyar TL, dolar cinsinden 925 Milyar dolar olarak hedeflenirken, bu yılki OVP’de söz konusu rakamlar sırasıyla 18.654 Milyar TL ve 867 milyar dolar olmuştur.

Kısacası Gayri Safi Yurtiçi Hasıla TL cinsinden yüzde yüzden fazla artırılırken bunun döviz cinsinden karşılığı 58 Milyar dolar azalmıştır. Tabii bu rakamlarında tutup tutmayacağı şüphelidir.

Birilerinin dediği gibi biz maaşlarımızı, ücretlerimizi dolarla almıyoruz. Ama sadece sanayi mallarında değil, tarımdan mamül mallara kadar hemen her alanda dışarıya bağımlı hale getirilen ülkemizde TL’nin döviz karşısındaki değer kaybı ücretleri sanal TÜİK enflasyonuna göre artırılan emekçileri vurmaya devam etmektedir.

ÜCRETLERDE- MAAŞLARDA YAŞANAN ERİME (Dolar)
4 OCAK 20211 Dolar =7,37 TL 7 EKİM 20221 Dolar = 18,60 TL ERİME
Asgari Ücret: 2.825 TL = 384 USD Asgari Ücret:  5.500 TL = 296 USD 88 Dolar
Kamu Emekçisi (bekâr)En Düşük Maaş: 4.046 TL =549 USD Kamu Emekçisi (bekâr)En Düşük Maaş: 8.000 TL = 430 USD 119 Dolar
Kamu Emekçisi (bekâr)Ortalama Maaş: 4.600 TL = 624 USD Kamu Emekçisi (bekâr)Ortalama Maaş: 9.250 TL= 497 USD 127 Dolar

Kaynak: Merkez Bankası Gösterge Niteliğindeki Döviz Kurları

  • 4 Ocak 2021 itibari net asgari ücret 2.825 TL, 1 dolar 7,37 TL’ydi. Net asgari ücret ile 383 dolar alınabiliyordu. Bugün asgari ücret “tarihi artış” nutuklarına rağmen 5.500 TL iken 1 dolar 18,60 TL olmuştur. Bugün net asgari ücretle 296 dolar alınabiliyor. Bir yıl dokuz ay içinde asgari ücret 87 dolar erimiştir.
  • 4 Ocak 2021 tarihinde 4.046 TL olan en düşük kamu emekçisi maaşı ile 549 dolar alınıyordu. Bugün 8.000 TL olan en düşük kamu emekçisi maaşı ile alınan dolar 430 dolara inmiştir. En düşük kamu emekçisi maaşı bir yıl dokuz ay içinde 119 dolar erimiştir.
  • 4 Ocak 2021 itibari ile 4.600 TL olan ortalama kamu emekçisi maaşı ile 624 dolar alınabiliyor iken bugün 9.250 TL olan söz konusu maaşın karşılığı 497 dolaradır. Ortalama kamu emekçisi maaşı bir yıl dokuz ay içinde 127 dolar erimiştir.

Siyasal iktidarın tüm büyüme hamasetlerine rağmen hem kişi başına milli gelir hem emeğin milli gelirden aldığı pay düşmekte hem de gelir dağılımındaki adaletsizlik gittikçe derinleşmektedir.

Yıl Kişi Başına Mili Gelir (GSYİH- USD)
2006 7.906
2009 9.103
2013 12.582
2014 12.178
2015 11.085
2016 10.964
2017 10.696
2018 9.793
2019 9.208
2020 8.597
2021 9.592
2022 -Plan 9.485
2023 Hedef 10.071

Kaynak: TÜİK, Orta Vadeli Program Hedefleri

2013 yılında 12 bin 582 dolar ile en yüksek seviyeye çıkan kişi başına milli gelir bu tarihten itibaren yedi yıldır sürekli düşmüştür. Kişi başına milli gelir de zaman zaman dalgalanmalar olsa da yedi yıl boyunca süren bir düşüş Cumhuriyet tarihimizde ilk defa yaşanmıştır.

Kişi başına milli gelir 2020 yılında 12 yıl öncesinin, 2009 yılı seviyesinin altına inmiştir.2023 yılı hedefi dahi on yıl önce ulaşılan rakamın altında kalmaktadır.

Öte yandan kişi başına milli gelirden daha önemli olan milli gelirin bölüşümüdür.

TÜİK 2021 Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması verilerine göre en yüksek gelire sahip %20’lik kesimin 100 TL’lik toplam gelirden aldığı pay 46,7 TL olurken, en düşük gelire sahip %20’lik kesimin aldığı pay 6 TL’de kalmıştır.

En önemlisi emeğin büyümeden aldığı pay son yirmi yılın en dip noktasına inmiştir.

Türkiye ekonomisi bu yılın ikinci çeyreğinde yüzde 7,6 oranında büyümüştür. Ancak ücretlilerin sadece son 2 yılda büyümeden aldığı pay yüzde 11,4 azalırken sermayenin payı yüzde 11,1 artmıştır.

Büyümeden Alınan Pay  2020 II. Çeyrek 2022 II. ÇEYREK
Emeğin Payı %36,8 %25,4
Sermayenin Payı % 42,9 %54

 Bütçelerde istihdama, üretime gerekli kaynağın ayrılmaması ülkedeki işsizler ordusunu büyütmüş, kronik hale gelen işsizlik çalışanların ücretlerini, çalışma koşullarını, sendikal haklarını baskılamanın aracına dönüştürülmüştür.

En son 12 Eylül’de yayımlanan TÜİK Hanehalkı İşgücü Araştırması sonuçlarına göre:

  • Mevsim etkisinden arındırılmış dar tanımlı işsizlik oranı yüzde 10,1, dar tanımlı işsiz sayısı toplam 3 milyon 445 bin kişidir.
  • Gariptir ki TÜİK’e göre işsiz sayısı son bir yılda 307 bin kişi azalırken İŞKUR’a göre 542 bin kişi artmıştır.
  • TÜİK’e göre mevsim etkisinden arındırılmış geniş tanımlı işsizlik oranı (âtıl işgücü) ise yüzde 22,5 seviyesinde gerçekleşmiştir.
  • DİSK-AR tarafından TÜİK verilerinden yararlanarak yapılan hesaplamaya göre ise mevsim etkisinden arındırılmış geniş tanımlı işsiz sayısı ise Temmuz 2022’de 8 milyon 415 bin kişi olmuş, geniş tanımlı kadın işsizliği oranı ise %29 olmuştur.
İŞSİZLİK – (TEMMUZ 2022)
Resmi -Dar Tanımlı İşsizlik (TÜİK) %10,1
Atıl İşgücü (TÜİK) % 22,5
Resmi – Dar Tanımlı İşsiz Sayısı (TÜİK) 3 Milyon 445 Bin
Geniş Tanımlı –Gerçek İşsiz Sayısı (DİSK-AR) 8 Milyon 415 Bin
Geniş Tanımlı Kadın İşsizlik Oranı (DİSK-AR) %29

Bugüne kadar AKP tarafından yapılan bütün bütçeler kamuoyuna “en sosyal bütçe, eğitime, sağlığa en çok pay ayrılan bütçe” vb. iddialarla sunulmuştur.

Oysa “dönüşüm”, reform gibi cilalı kavramlarla kamu alanı gittikçe daha fazla piyasaya açılmıştır. Halkın birikiminin ürünü Kamu İktisadi Teşebbüsleri yok pahasına satılmıştır. AKP döneminde özelleştirmelerle elde edilen 64 Milyar TL beton ekonomisine gömülmüştür.

Kamu Özel İşbirliği projeleri ile yapılan şehir hastanelerinin, hava limanlarının, yol, köprü ve tünellerin müteahhitlerine, beşli çeteye bu halkın cebinden hazine garantisi verilmiştir.

Milli gelirden kamu hizmetlerine ayrılan pay düşürülmüş, buna rağmen bakanlık bütçelerinin %80ni aşan personel maaşı ve SKG gideri gibi zorunlu harcamalar  “kamu hizmetine ayrılan bütçe büyüklüğü gibi gösterilmiştir.

Örneğin 2021 yılında Milli Eğitim Bakanlığı’na (MEB) ayrılan 189 milyar 11 milyon TL tutarındaki bütçenin yüzde 81’ini personele yapılan zorunlu harcamalar oluşturmuştur.

Üstelik 2001 yılında eğitim yatırımlarına ayrılan pay yüzde 17,18 iken 2021 yılında %8’de kalmıştır.

Milli Eğitim Bakanlığı bütçesinin milli gelir içindeki payı 2020 yılında %0,80 iken 2021 yılında %0,73’e düşmüştür Merkezi yönetim bütçesi içindeki payı ise %3,37’den %3,30’a düşmüştür. Buna rağmen  “bütçede aslan payı eğitime ayrıldı” nutukları atılmıştır.

Sağlık Bakanlığı bütçeleri ise kiralama veya hizmet bedeli adı altında şehir hastanelerine kaynak aktarılan bütçelere dönüştürülmüştür.

AKP döneminde hayata geçirilen bütçelerin en önemli ortak noktası mevcut eşitsizliklerin, adaletsizliklerin derinleştirilmesidir. 

Söz konusu adaletsizliklerin başında vergi adaletsizliği gelmektedir. Bugün sokaktan birisini çevirip,  “vergide adalet denilince aklınıza ilk ne geliyor? “  diye sorsak. Alacağımız cevap “az kazanandan az çok kazanandan çok vergi alınmasıdır” olacaktır.

Oysa ülkemizde tam tersi bir tablo vardır.

Öncelikle bütçe gelirlerinin omurgasını vergi gelirleri oluşturmaktadır.  Yıldan yıla küçük değişiklikler gösterse de bütçe gelirlerinin ortalama %85’ini vergi gelirleri oluşturmaktadır. 

Öte yandan vergi gelirlerinin zengin ile yoksul, çalışan ile patron, emek ve sermaye arasında paylaştırılmasında uçurum vardır.

Adaletsizlik daha baştan vergi kanunları ile yaratılmaktadır. Söz konusu kanunlarda yer alan ‘ayrıcalıklar veya istisna ve muafiyetler’  sonucunda devlet her yıl on milyarlarca vergi gelirinden vazgeçmektedir.

Buna da “vergi harcaması” denilmektedir.  Çok kazananlardan, holdinglerden, şirketlerden, patronlardan vergi al(a)mayanlar tüm yükü ücretli-maaşlı kesimlere, bizlere yıkmaktadır.

İşçiler, emekçiler, vergi harcamasından ağırlıklı olarak sadece Asgari Geçim İndirimi (AGİ) yoluyla yaralanmıştır. Bilindiği üzere AGİ bu yılın başından itibaren kaldırılmıştır.

2015 Yılı toplam vergilerinin %6,4’üne denk gelen vergi harcaması 2017 yılında yaklaşık üç kat artış ile toplam vergilerin %19’una, Cumhurbaşkanlığı Hükümet sisteminin ardından 2019 yılında %26,5’a ulaşmıştır.

Buna göre 2021 yılında toplanması hedeflenen her 100 TL’lik verginin 25 TL’sinden sermeye lehine vazgeçilmiştir.  Buna rağmen hedef aşılarak toplanan toplam 1.181 milyar TL verginin yükü emekçilere, halka yıkılmıştır. Bütçe’nin 191 Milyar TL açık vermesi pahasına 231 Milyar TL’lik vergi harcamasından vazgeçilmemiştir.

Kısacası söz konusu kara delik yoksuldan alıp zengine verme politikasının en temel aracı olarak kullanılmaktadır.

BÜTÇELERDE SERMAYENİN KARA DELİĞİ:  VERGİ HARCAMASI
Yıl Toplam Vergi Geliri(Milyar TL) Vergi Harcaması(Milyar TL) Vergi Harcaması / Toplam Vergi Geliri     (%)
2015 408 26 %6,4
2016 459 30 %6,5
2017 537 102 %19
2018 613 132 %21,5
2019 674 179 %26,5
2020 833 196 %23,5
*2021 923 231 %25
*2022 1.258 336 %26,7

Kaynak: Merkezi Yönetim Bütçeleri , *Hedeflenen

Bir başka adaletsizlik dolaylı ve dolaysız vergilerin toplam vergiler içindeki oranında yaşanmaktadır.

Adil bir vergi sisteminin az ya da çok geçerli olduğu ülkelerde toplam vergilerin %70’i kazançtan-gelirden alınan dolaysız vergilerden %30’u ise tüketimden alınan dolaylı vergilerden oluşmaktadır.

Türkiye’de bu oranlar tam tersinedir. Yani bir multi milyarderin de bir asgari ücretlinin de tüketim yaparken ödediği KDV, ÖTV, Damga Vergisi gibi dolaylı vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki payı %70 civarındadır. Buna karşın gelir vergisi, kurumlar vergisi, veraset ve intikal vergisi gibi kazançtan alınan dolaysız vergilerin toplam vergiler içindeki payı %30’dur.

Vergide adaletsizlik elbette ki bununla kalmamaktadır. Dolaysız vergilerin dağılımında da derin bir adaletsizlik vardır.

Toplanan her 100 TL verginin ortalama 20 TL’si gelir vergisidir. Ama bu 20 TL’nin 15 TL’si maaşından, ücretinden kaynakta kesilen bordro mahkumlarının yani işçilerin ve kamu emekçilerinin cebinden çıkmaktadır. Geriye kalan 5 TL ise bugün itibari ile sayısı 4 milyonu aşan yıllık gelir vergisi beyannamesi veren mükellefler tarafından ödenmektedir. Bunların arasında on binlerce şahıs şirketi de bulunmaktadır.

Öte yandan bordrolular ücretlerinden-maaşlarından kaynakta kesilen gelir vergisi ile adeta dilim dilim soyulmaktadır. Çünkü ücretlilerin Gelir Vergisi Tarifesinin belirlenmesinde bırakalım yaşadığımız gerçek enflasyonu, ekonomik büyüme rakamlarını TÜİK’in enflasyon rakamlarına bile uyulmamaktadır.

Gelir Vergisi Kanunu’na göre söz konusu tarifenin belirlenmesinde Ekim ayında bir önceki yılın aynı dönemine göre Yurt İçi Üretici Fiyat Endeksi’nde (Yİ-ÜFE)  meydana gelen ortalama fiyat artış oranının yani Yeniden Değerleme Oranı referans alındığı söylenmektedir. Ancak 2018 yılına kadar Bakanlar Kuruluna daha sonrasında Cumhurbaşkanına gelir vergisi dilim tutarlarını Yeniden Değerleme Oranlarının altında ve üstünde belirleme yetkisi verilmiştir.  

Tahmin edileceği üzere bu yetki hep ücretlilerin aleyhine olacak şekilde kullanılmış,  gelir vergisi dilim tutarları Yeniden Değerleme Oranlarının altında tutulmuştur.

Vergi uzmanı Ozan Bingöl tarafından yapılan çalışma yeniden değerleme oranlarına birebir uyulması durumunda 2001 yılında 2.800 TL olan ilk vergi dilim tutarının 2022 Ocak ayı itibari ile 81.689 TL olacağını göstermektedir.  Oysa bugün söz konusu tutar 32.000 TL’dir. Bugün ikinci dilim tutarı bile 70.000 TL’de kalmıştır.

Tüm bunlar yetmezmiş gibi yaşanan hayat pahalılığı sonucunda kamu emekçilerinin maaşlarında temmuz ayında TÜİK enflasyonu artı toplu sözleşme zammı ile %40 zam yapılmak zorunda kalınmıştır. Asgari ücrete ise yaklaşık %30 zam yapılmıştır. Buna rağmen Gelir Vergisi Tarifesi dilim tutarları yerinde kalmış, %40 artışla 98 bin TL olması gereken 2. Dilim tutarı hala 70 bin TL’de tutulduğu için kamu emekçilerinin hemen hemen tamamı  %27 oranlı 3. Vergi dilimine girmiştir. Bunun tek bir adı vardır. O da dilim dilim soygundur.

Vergide soygun, adaletsizlik bununla da sınırlı değildir. Aslında bu meseleyi saatlerce konuşsak, yaşanan adaletsizlikleri paylaşsak bitiremeyiz. Onun için en öne çıkan birkaç başlıkla sınırlayacağız.

Bordrolular dilim dilim gelir vergisi soygununu yaşarken bugün ortalama %80’i sermaye şirketlerinin oluşturduğu 1 milyonu aşkın kurumlar vergisi mükellefinin ödediği vergiler devede kulak misalidir.

Bütçe gerçekleşme raporlarına bakıldığında ortalama her dört kurumlar vergisi mükellefinden birinin zarar beyan ettiği görülmektedir.  Kurumlar Vergisi rekortmenlerine baktığımızda bunların başında Merkez Bankası ve diğer kamu ve özel bankaların,  TPAO, BOTAŞ, Elektrik Üretim A.Ş. gibi KİT ve İktisadi Devlet Teşekkülü olduğunu, ilk 100 mükellefin toplam kurumlar vergisinin en az üçte birini ödediği görülmektedir. Geriye kalan yüz binlerce mükellef ise kurumlar vergisinin üçte ikisini paylaşmaktadır.

Örneğin 2020 yılında 900 bin civarındaki mükelleften toplam 113 Milyar TL kurumlar vergisi toplanmıştır. Bu durumda her kurumlar vergisi mükellefinin yıllık 125 bin TL aylık 10 bin TL civarında vergi ödediği hesaplanmaktadır.  Ancak ilk 100 mükellef toplam verginin en az üçte birini ödediği için gerçekte geriye kalan mükellef başına ödenen yıllık 84 bin, aylık 7 bin TL civarındadır. İlk 500 ya da ilk bin mükellefin toplamdaki payı da düşüldüğünde üz binlerce şirketin aslında yılda ödedikleri kurumlar vergisinin çalıştırdıkları asgari ücretli kadar dahi vergi ödemediği anlaşılmaktadır.

Bütçelerden sermayeye aktarılan kaynaklar vergi harcaması, düşük vergi ya da hiç vergi ödememe ile sınırlı değildir.

2021 bütçesinde patronlara destek için ayrılan pay 2022 yılında %36 artırılarak 68,9 Milyar TL’ye çıkarılmıştır. Üstelik bu rakama İşsizlik Sigortası Fonundan karşılanan ve yıllardır sürdürülen sigorta prim destekleri dahil değildir.

Yine “cebimizden beş kuruş ödemeyeceğiz” denilerek yıllardır hizmet alan almayan ayrımı dahi yapmadan toplumun “garantili” kamburuna dönüşen projeler aracılığı ile yandaş müteahhitlere milyarlar akıtılmaktadır.

Kamu Özel İşbirliği (KÖİ) adı altında yürütülen ‘müşteri garantili’ projelere 2019 bütçesinde 9,7 Milyar TL, 2020 bütçesinde 18,9 milyar TL, 2021 bütçesinde 34,5 milyar lira ayrılmıştır. 2022 bütçesinden ayrılan tutarın 42 Milyar TL ayrılması beklenirken döviz kurundaki artış soncunda söz konusu tutar şimdiden aşılmıştır. 

Yine 2022 yılı başında bütçede ödeneği bulunmayan Kur Korumalı Mevduat (KKM) için Haziran 2022’de çıkarılan ek bütçe ile  40 milyar liralık ödenek ayrılmıştır. Buna karşın Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın açıkladığı son bütçe verilerine göre Kur Korumalı Mevduat’ın (KKM) bütçeye maliyeti Ağustos sonu itibari ile 75,6 milyar TL olmuştur.

Türkiye’de bütçelerdeki kara deliklerden birisi de savunma ve güvenlik harcamaları adı altında silahlanmaya, çatışma ve savaşlara ayrılan kaynaklardır.

Söz konusu kara delik Suriye’den, Libya’ya, Afrika’ya uzanan emperyal arayışlara, Kürt sorununda benimsenen çözümsüzlük politikalarına, iç ve dış politikada izlenen gerginlik stratejisine paralel olarak büyümeye devam etmiştir.

Türkiye, yıllardır yüksek savunma ve güvenlik harcamaları açısından dünyada ilk on ülke içinde yer almaktadır. 2017-2021 yılları arasında iki kat artan savunma ve güvenlik harcamaları 2021 yılı itibari ile 140 Milyar TL’ye ulaşmıştır.

Üstelik bu tutara Savunma Sanayi Destekleme Fonu, Cumhurbaşkanlığı’na bağlı örtülü ve yedek ödenekler, iç ve dış güvenliğe ilişkin bazı kalemler ve kayıtlara geçmeyen ‘gizli harcamalar’  dahil değildir.

En son 2022 yılı başında bir önceki yıla göre %30 artışla 182 Milyar TL olan savunma ve güvenlik bütçesi Temmuz’da yapılan ek bütçe ile 220 Milyar TL’yi aşmıştır.  Savunma ve güvenlik harcamalarının son dört yıl içinde iki kattan fazla artarak 2021 itibari ile 140 milyar TL’ye ulaşmıştır.  2022 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi’nde Savunma ve Güvenliğe ayrılan bütçe yüzde 30 artarak, 181 Milyar TL olarak belirlenmiştir.

Kadınlar açısından başta işgücüne, istihdama katılma eşitsizliği olmak üzere mevcut olan eşitsizlikler artmıştır.

Pandemi sürecinde en fazla yoksullaşan, istihdamdan koparılan işsiz kalan, daha fazla ücretsiz ev içi emek ve bakım emeği harcamak zorunda bırakılan yine kadınlar olmuştur.

Dolayısıyla, tüm kadınların eğitim ve gelir getirici istihdam imkanlarının arttırılarak yoksulluğunun ortadan kaldırılmasına yönelik politikalara yer veren,   kadın emeği üzerindeki çifte sömürüyü ortadan kaldırılmaya dönük önemlerle ekonomik anlamda güçlendirilmelerini hedefleyen Toplumsal Cinsiyete Duyarlı Bütçelemeye olan ihtiyaç çok daha yakıcı hale gelmiştir.

Buna rağmen bütçe süreçlerinde Toplumsal Cinsiyete Duyarlı bütçeleme yok sayılarak kadınlar işte, evde, sokakta ikinci sınıf vatandaş haline getirilmiştir. Kadın emeği güvencesiz, düşük ücretli, esnek, kuralsız istihdamın kaldıracı yapılmıştır.

AKP bütçelerinde gerçek aslan payının önemli ortaklarından birisi ise toplumu, özellikle gençleri mevcut rejime uyumlu hale getirme konusunda siyasal iktidar nezdinde gittikçe vazgeçilemez bir ideolojik aygıta dönüşen Diyanet İşleri Başkanlığı olmuştur.  

2021 yılı bütçesinden 12.9 milyar TL ayrılan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bütçesi 2022’de 3.2 milyarlık artışla 16.1 milyar TL olarak belirlenmiştir. Bu tutar ek bütçe ile 1,1 milyar TL artırılarak 17,2 milyara çıkarılmıştır.

Diyanet bütçesi bu tutarla İçişleri Bakanlığı ve Dışişleri Bakanlığı da dahil olmak üzere yedi bakanlığın bütçesini aşmıştır.

Öte yandan bütçelerden, aralarında TÜGVA, TÜRGEV, İlim Yayma Cemiyeti, Ensar Vakfı, Hizmet Vakfı, İHH gibi bir ayağı da tarikatlar da olan pek çok dini vakıf ve derneğe toplumu biçimlendirme konusunda oynadıkları rolün bir karşılığı olarak aktarılan tutar artmıştır.

Merkezi bütçeden ve bakanlıklara ait bütçelerden cari transferler ile vakıf ve derneklere ait okullara, kurslara,  yurtlara kaynak aktarılmakta, böylece tamamen siyasi iktidara hizmet eden paralel – dinsel eğitim sistemi gittikçe daha fazla beslenmektedir.  Ayrıca söz konusu yapılar kamuya personel alımlarında etkin rol oynamaktadır.

Sizlerin aracılığı ile kamuoyu ile paylaştığımız bu tablonun daha fazla sürdürülmesi bugün derin bir yoksulluğa, işsizliğe, güvencesizliğe itilen halkın, emekçilerin yükünün daha da artırılması, geleceğinin çalınması demektir.

İçinde bulunduğumuz kriz koşulları emekten, halktan yana bir bütçeyi yakıcı bir ihtiyaç haline getirmiştir.

Biz KESK olarak yıllardır iktidarda kimin, kimlerin olduğuna aldırmaksızın bunun mücadelesini veriyoruz. En başından beri bu ülkenin iktidarlarının kapı kulu olmayı reddeden, kendini iktidarların memuru değil, halkın kamu emekçisi olarak görenlerin mücadele örgütü olarak sadece kendimiz için değil, herkes için halktan, emekten yana bir bütçe istiyoruz.

HALKTAN, EMEKTEN YANA BİR BÜTÇE İÇİN:

  • Öncelikle bütçe hakkımızın önündeki engellerin kaldırılmasını istiyoruz. Halkın, emekçilerin onların örgütlü yapılarının bütçe süreçlerine etkin katılımının sağlanmasını istiyoruz.
  • Kamu hizmetlerinin piyasalaştırılmasına, tasfiyesine ve özelleştirme soygununa son verilmesini istiyoruz.
  • Kamu hizmetlerine ve yatırımlarına bütçeden ayrılan payın artırılmasını istiyoruz.
  • Toplumsal cinsiyete duyarlı bir bütçenin hayata geçirilmesini
  • Vergide adalet istiyoruzAz kazanandan az, çok kazanandan çok vergi alınmasını istiyoruz.

Vergide Adalet İçin: 

  • Sermayeye indirim, istisna gibi adlar altında kaynak aktarılan vergi harcamalarına son verilmesini,
  • Tükettiğimiz her şeyden alınan dolaylı vergilerin düşürülmesini,
  • Gelir Vergisi dilim tutarlarının gerçek enflasyon ve büyüme rakamlarına göre artırılmasını,
  • Gelir Vergisi birinci dilim oranının %15 ten % 10’a düşürülerek, yoksulluk sınırına kadar olan maaşların-ücretlerin birinci vergi diliminde sabitlenmesini,
  • Temel tüketim maddelerinde KDV’nin sıfırlanmasını,
  • Kar, faiz ve servet gelirlerine tanınan ayrıcalıklar kaldırılmasını,
  • Toplumun en zengin %1’lik kısmının Milli Gelirin %54’üne el koyduğu, geri kalan %99’un payına ise Milli Gelirin sadece %46’sının düştüğü adaletsiz tabloya son verilmesi için belli bir servet düzeyinin üzerindeki zenginlerden servet vergisi alınmasını,
  • Emekçilerin sağlık, eğitim, gıda, barınma, giyim, elektrik, ısınma giderleri için ödediği vergilerin gelir vergisi matrahından mahsup edilmesini,
  • Halkın cebinden alıp Kamu Özel İşbirliği (KÖİ) projelerine, Kur Korumalı Mevduat (KKM)sistemine aktarılan Hazine garantilerine son verilmesiniİSTİYORUZ.
  • Emeğe kölelik dayatan politika ve uygulamalara son verilmesini istiyoruz.

Buradan hareketle:

  • İşsizliği önlemek için istihdam garantisi ve desteği verilmesini,
  • Ücretlerin insanca yaşamaya yetecek bir seviyeye çıkarılmasını,
  • Her türlü güvencesiz istihdama son verilmesini, herkese güvenceli iş ve güvenli gelecek sağlanmasını,
  • Sendikal hak ve özgürlüklerin önündeki engellerin kaldırılmasını,
  • Başta ILO sözleşmeleri olmak üzere uluslararası sözleşmelerle, evrensel sendikal hak ve özgürlüklerle uyumlu, tüm çalışanları kapsayan grev hakkı ile tamamlanmış gerçek bir toplu pazarlık sistemine geçilmesini,
  • Tahrip edilen kamusal sosyal güvenlik ve emeklilik sisteminin güçlendirilmesini İSTİYORUZ.
  • Yoksulluğu önleyici, dar gelirlileri koruyucu tedbirlerin hayata geçirilmesini istiyoruz.

Bunun için:

  • Zaruri malların fiyatlarının geçici olarak dondurulmasını,
  • Yoksul hanelere doğrudan nakit desteği verilmesini, ‘Temel Gelir Güvencesi’ uygulamasının başlatılmasını,
  • Enerji fiyatlarındaki artışların halka yansıtılmamasını, bu alanda acil kamulaştırmalar yapılmasını,
  • Özelleştirme soygununa son verilmesini, en zaruri alanlardan başlayarak yeniden kamu iktisadi teşebbüsleri kurulmasını,
  • Kârlara üst sınır getirilmesini İSTİYORUZ.

Bu talepler sadece bizim değil milyonların talepleridir.

Bu nedenle bugün burada sadece mevcut iktidarı değil, yaklaşan seçimin soncuna göre olası iktidar adaylarını da emekçilerin, halkın sesine kulak vermeye davet ediyoruz.

Sömürü, yoksulluk,  talan düzeninin emek, barış, toplumsal cinsiyet karşıtı sermaye yanlısı bütçelerine karşı toplumun %99’unu oluşturan başta kamu emekçileri olmak üzere emeğin tüm renklerini, dar gelirli vatandaşlarımızı kadınları, gençleri Halktan, Emekten Yana Bütçe için birlikte mücadele etmeye çağırıyoruz. 

Yürütme Kurulu

Print Friendly, PDF & Email


İLİŞKİLİ YAZILAR

TÜRKİYE SPOR YAZARLARI DERNEĞİ’NE KAYYUM ATANMASINI ANTİDEMOKRATİK

Gazetecilik toplumun doğru bilgiyle donanabilmesi ve demokrasimizin denge içinde işleyebilmesi için vazgeçilmezdir. Gazetecilerin, bu önemli ...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

two × three =

Örnek Resim