Bugün saat 10.00’da Konfederasyonumuz merkezinde, Konfederasyonumuz ve üye sendikalarımızın MYK üyelerinin katılımıyla gerçekleştirdiğimiz basın açıklaması ile 27 Ağustos Salı günü ülke genelinde tüm emekçilerle birlikte üretimden gelen gücümüzü kullanacağımızı kamuoyu ile paylaştık.
Basın açıklamasını okuyan Eş Genel Başkanımız Mehmet Bozgeyik’in tam metni aşağıdadır:
İnsanca Bir Yaşam Ve Güvenceli İş İçin 27 Ağustos Salı Günü G(Ö)REVDEYİZ!
Hepinizi Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu Yürütme Kurulu ve üye sendikalarımızın Merkez Yürütme Kurulları adına saygıyla selamlıyorum. Basın toplantımıza hoş geldiniz.
Tüm kamuoyu yakından takip ediyor. 5 milyonu aşkın kamu emekçisini ve emeklisini kapsayan beşinci dönem toplu sözleşme görüşmeleri uyuşmazlıkla sonuçlanmıştır. Süreç bundan sonra Kamu Görevlileri Hakem Kurulu’nca sürdürülecektir.
Peki, bu noktaya nasıl gelinmiştir? Kısaca özetlemeye çalışırsak;
Bilindiği üzere konfederasyonlar, sendikalar toplu sözleşme tekliflerini 24 Temmuz’da Devlet Personel Başkanlığı’na vermiştir. Görüşmeler 1 Ağustos’ta yapılan toplantı ile başlamıştır. 16 Ağustos 2019 tarihinde yapılan toplantı oturumunda ise Kamu İşveren Heyeti adına Çalışma Bakanı hükümetin teklifini açıklamıştır.
Söz konusu teklifte sadece maaş artışı rakamlarına yer verilmiştir. Kamu emekçilerinin hem genelde hem de hizmet kolları bağlamında yaşadığı yüzlerce soruna ilişkin tek cümle dahi edilmemiştir. Altışar aylık dilimlere bölünerek sunulan maaş artışı teklifinde ise, 2020 yılını ilk altı ayı için %3,5 ikinci altı ayı için %3, 2021 yılının ilk altı ayı için % 3, ikinci altı ayı için % 2,5 maaş zammı teklif edilmiştir. Yani, o günde vurguladığımız üzere beş milyonu aşkın kamu emekçisi ve emeklisi ile açıkça alay edilmiştir.
Ardından, mevcut anti demokratik toplu sözleşme sistemine bile aykırı olarak diğer konfederasyonlardan habersiz bir şekilde 19 Ağustos 2019 pazartesi gününün ilk saatlerinde Çalışma Bakanı ile yandaş konfederasyon Genel Başkanı arasında bir görüşme gerçekleştirilmiştir. Çalışma Bakanı görüşme sonrasında, saat 02.16’de attığı tweet ile hükümetin teklifinin 2020 yılı için %4 + %4, 2021 yılı için ise %3+%3 olarak ‘revize’ edildiğini adeta bir müjde gibi sunmuştur.
Hükümet adına ‘müjde’ gibi sunulan bu teklifler son günlerde oldukça popüler olan bir şarkının sözlerini hatırlatmaktadır. Karşılıksız bir aşk hikâyesini anlatan Karadeniz esintili o popüler parçanın bir yerinde “Ya ben anlatamadum ya sen anlamayisun. Ellere yağmur oldun bana damlamayisun” denilmektedir. Bu sözler, biraz arabesk koksa da ne yazık ki yaşadığımız durumu özetleyen sözlerdir.
Çünkü kamu işvereni olan hükümet bu 20 günlük süreçte beş milyonu aşkın kamu emekçisinin ve emeklisinin insanca yaşamaya yetecek bir ücret, güvenceli iş güvenli gelecek taleplerine kulaklarını tıkamıştır. En yalın şekilde ifade ettiğimiz taleplerimizi anlamazdan gelmiştir.
Bu anlayıp da anlamamazlıktan gelme hali, bir emek ile sermaye arasında, alın teri ile rant arasında, üretenler ile istihdam yaratmadan halkın, emekçiler olarak bizim cebimizden aktarılan teşviklerle, vergi afları, vergi indirimleri ile yaşayan asalaklar arasında yapılan bir tercihtir.
Yıllardır hakim hale gelen tercih bu kez de değişmemiştir. İstihdam üretmediği rekor kıran işsizlik rakamları ile tescillenen bir avuç mutlu azınlığa Hazinenin kefen parası olarak tabir edilen İhtiyaç Akçesine kadar yağmur olup akanlar bize damlayı çok görmüştür.
Ödediğimiz vergilerle patronlara, yandaş müteahhitlere, bir avuç mutlu azılığa ‘kıyak’ üstüne ‘kıyak’ yapmakta sınır tanımayanlar bize gelince yine ‘kaynak yok, bütçe imkanlarımız kısıtlı’ demiştir.
Biz KESK olarak kendi adımıza 5 milyon kamu emekçisinin ve emeklimizin yaşadığı sorunları, aileleri ile birlikte yaklaşık 20 milyonluk bir kitlenin yani Türkiye nüfusunun dörde birinin beklentilerini bu süreçte anlattığımıza inanıyoruz.
Toplu sözleşme sürecinin en başından beri, yaşadığımız sorunların sadece insanca yaşamaya yetecek bir maaş sorunundan ibaret olmadığının altını çiziyoruz. Masada da sürekli olarak bu durumu vurgulamaya devam ettik.
Kamu alanında yıllardır ‘dönüşüm’, ‘reform’ diye cilalanarak hayata geçirilen tüm düzenlemelerin faturasını sadece kamu emekçileri olarak bizim değil, eşit, tarafız, parasız bir kamu hizmeti alma hakkı ortadan kaldırılan tüm vatandaşların ödediğini tekrar tekrar anlatmaya çalıştık.
Sözleşmelilerin kadroya geçirilmesi, ek ödemelerin emekliliğe yansıtılması, gelir vergisi ve ek gösterge adaletsizliğine son verilmesi bir yıl önceki seçimlerde verilen 3.600 ek gösterge sözünün gereğinin yerine getirilmesi, maaşların insanca yaşamaya yetecek bir seviyeye çekilmesi başta olmak üzere kamu emekçilerinin temel taleplerini masaya taşıdık.
Kadrolu personel alımının durma noktasına geldiğini buna karşın sözleşmeli istihdamda bir patlama yaşandığını devletin resmi kurumlarının verileri ile açıkladık. Kimseden bir itiraz gelmedi.
4/B statüsüne geçirilen 4/C’lilerin özellikle ek ödeme adaletsizliği konusu başta olmak üzere yaşadığı sorunların devam ettiğini, “4/B’li 4/C’liler” gibi ara bir statü oluşturulduğunu ifade ettik. ‘Yok, öyle değil’ diyen olmadı.
Görüşmelerde zaman zaman sanki 17 yıl önce taş devrinde yaşıyormuşuz ya da göçebe bir toplummuşuz da bizim haberimiz yokmuş gibi takınılan nobran tavra, abartılı rakamlara itiraz etmek zorunda kaldık.
17 yılda Türkiye’nin nüfusunun 66 milyondan 82 milyona çıktığı göz ardı edip ‘Kamu personel sayımız şu kadar arttı, öğretmen sayımız, hemşire sayımız, doktor sayımız şu kadar arttı” gibi söylemlere Türkiye’de kamu emekçilerinin diğer ülkelerdeki emsallerine göre iş yükünün daha fazla olduğu gerçeğini hatırlattık. OECD ortalamasına göre bir kamu emekçisi 15 vatandaşa hizmet verirken Türkiye’de bir kamu emekçisinin 29 vatandaşa hizmet verdiğini yani Türkiye’de kamu emekçilerinin OECD ortalamasının iki katı kadar çalıştığını buna rağmen çalışanların mili gelirden aldığı pay bakımından Türkiye’nin 38 OECD ülkesi içinde sondan beşinci sırada yer aldığını bir daha anlattık. Dolayısıyla Türkiye’de rekor kıran işsizliğin azaltılması için hem kamuda istihdamın artırılmasının hem de dünya ülkelerine göre uzun olan çalışma saatlerinin düşürülmesinin elzem olduğunu ifade ettik.
Hükümet yetkilileri tarafından sık sık dile getirilen “17 yıldır işçiyi, memuru emekliyi enflasyona ezdirilmedik” söylemlerinin karşılığının olmadığını da anlatmaya çalıştık.
Bizi ezenin TÜİK vasıtası ile açıklanan çarpık enflasyon rakamları değil, bu rakamlara perdelenmek istenen sokakta, pazarda, mutfakta yaşadığımız gerçek enflasyon olduğunu vurguladık. Maaşlarımızın, yıllardır bu çarpık rakamlara göre belirlenmesi, hiçbir zaman tutmayan enflasyon hedeflerine göre artırılması sonucunda her geçen gün daha eridiğini ifade ettik.
Maaşlarımızda yaşanan erimeyi anlatabilmek için çeyrek altın fiyatından gram altın fiyatına, döviz kurundaki artıştan açlık yoksulluk sınırının geldiği noktaya kadar pek çok somut örnek sunduk. Kayıplarımızı bir abaküsle anlatmadığımız kaldı.
Hükümet kanadı tarafından sunulan neredeyse tüm rakamların abartılı olduğunu, örneğin en düşük kamu emekçisi maaşının hali hazırda 3.700 TL değil, 3.055 TL olduğunu ifade ettik. Geçmişteki kayıplarımızın karşılanması için en düşük kamu emekçisi maaşında yoksulluk sınırının temel alınmasını, kamuda yoksulluk sınırı altında maaş kalmaması gerektiğini kaydettik.
İşin garip tarafı bu teklifimizin yandaş konfederasyonda da karşılık bulduğuna, 1 Ağustos’ta yapılan toplantıda malum konfederasyon Genel Başkanın “bu masa yoksulluk sınırı altında maaş kalmasın diye mücadele eden bir masa” sözleri ile teyit edilerek kayıtlara geçtiğine şahit olduk.
Ama kamu işvereni yine anlamdı. Daha doğrusu anlamazdan, duymazdan gelmeye devam etti.
Mevcut durumda kamuda, torpilin, kayırmanın, siyasal kadrolaşmanın kapısının sonuna kadar açıldığını kariyer ve liyakat ilkeleri tamamen ortadan kaldırıldığını da vurguladık.
Kamu görevine alınmada, görevde yükselmede KPPS ve yazılı sınavların işlevsiz hale getirildiğini ifade ettik. Adayların bilgisini, yeteneğini, mesleki yeterliliğini ölçmeye hizmet etmesi gereken sözlü sınav veya mülakatların bu amaçtan uzaklaştığını, siyasal iktidar ile farklı çizgide olan veya torpili olmayan adayların KPSS puanı, yazılı puanı ne kadar yüksek olursa olsun elenmesinin aracına dönüştürüldüğünü anlatmaya çalıştık. Bu duruma bir an önce son verilmesini, adil- demokratik bir çalışma yaşamı tesisi edilmesini talep ettik.
Hiçbir konfederasyonun, sendikanın temsilcisinin değinmediği, değinmekten çekindiği OHAL KHK’leri ile yaşanan ihraçları da KESK olarak sadece biz masada gündeme getirdik.
‘Bir kişiye yapılan haksızlık hepimize yapılmış sayılır’ ilkesinden hareket ederek hukukun, adaletin herkese lazım olduğunun altını çizdik. Sorgusuz-sualsiz, hukuksuz ve keyfi olarak işinden ekmeğinden edilenler kamu emekçileri için adalet istedik.
Kısacası çizilen pembe tablolara rağmen kamu emekçilerinin, emeklilerin yaşadığı sorunların arttığını, özellikle OHAL döneminde ve son bir yıldır yaşanan ekonomik krizin bu sorunları daha derinleştirdiğini vurguladık.
Kısacası biz anlatma görevimizi yaptığımıza inanıyoruz. Ama altını tekrar çizmek gerekirse anlamak, duymak istemeyenler kamu emekçilerinin, emeklilerinin sorunlarına, taleplerine kulaklarını tıkamaya devam etmiştir.
Yıllardır mali, sosyal, özlük, demokratik alanda hak kayıpları yaşayan kamu emekçileri ve emeklileri ‘revize’ adı altında kendileri ile alay edilmesinin sürdürülmesine karşı haklı tepkisini göstermeye devam etmektedir.
Konfederasyonumuzun söz konusu teklifin yok hükmünde olduğunu açıklayarak tüm kamu emekçilerine ortak mücadele çağrısında bulunması ve tepkilerin artarak sürmesi, yandaş konfederasyon yönetiminin sefalet zammı tekliflerini kabul etmesini zorlaştırmıştır.
Buna rağmen bugüne kadar yapılan dört ‘toplu sözleşme’ sürecinde danışıklı oyunlar sergileme konusunda çıraklıktan ustalığa terfi ettiklerini ispatlayanlar yeni bir taktiğe başvurmuştur. Önce tıpkı hükümet gibi maaş zammı tekliflerini revize etmişler, kamu emekçilerinin yıllardır yaşadığı kayıpları gözetmeyen maaş artışı tekliflerini nerdeyse yarı yarıya düşürerek iki yıl için toplamda 20 puan talep etmişlerdir. Kendilerine Müslüman olanlar diğer sendikaların üyelerinden dayanışma aidatı istemeye, toplu sözleşme ikramiyesinin sadece kendi üyeleri için iki kat olarak ödenmesini talep etmeye devam etmiştir.
Ardından 20 Ağustos’ta ‘dostlar alış verişte görsün’ misali, sadece Ankara ile sınırlı, iki saat iş bırakma ve bakanlık önüne boş cüzdan bırakma eylemi gerçekleştirerek topu Kamu Görevlileri Hakem Kuruluna atmışlardır.
Sözlerimize başlarken de ifade ettiğimiz üzere 21 Ağustos itibari ile Kamu Görevlileri Hakem Kurulu süreci başlamıştır. On bir üyesinden yedisi doğrudan Cumhurbaşkanı tarafından atanan, konfederasyonların önerdiği üç akademisyen içinden birisi bile Cumhurbaşkanınca belirlenen söz konusu kuruldan adil kararlar almasını beklemek neredeyse imkansızdır.
Çünkü adı üzerinde taraflar arasında hakemlik görevi yapması yani tarafsız olması gereken kurulun üyelerinin çoğunluğu toplu sözleşmede taraf olan kamu işvereni tarafından belirlenerek daha başta kural hatası yapılmaktadır. Böyle bir Hakem Kurulundan kamu emekçilerinin lehine bir karar çıkmasını beklemek çok zordur. Nitekim uyuşmazlıkla sonuçlanan 2012-2013 yıllarını kapsayan ilk ‘toplu sözleşme’ de Hakem Kurulu hükümetin teklif ettiği maaş zammını sadece binde beş artırmış, hizmet kolu taleplerinin önemli bir bölümünü görmezden gelmiştir.
Öte yandan son 22 günde yaşadığımız süreç Türkiye’deki mevcut toplu sözleşme sürecinin iflas ettiğini bir kez daha teyit etmiştir.
En başından beri dikkat çektiğimiz üzere grev hakkı ile tamamlanmayan, kapsamı sadece mali ve sosyal haklarla sınırlanan, demokratik, özlük hakların görmezden gelindiği, kamu emekçilerinin taleplerinin kapsama alınıp alınmayacağına kamu işvereninin karar verdiği, kamu emekçilerinin önemli bir bölümünü teşkil eden öğretmenlerin tatilde olduğu bir zaman dilimine sıkıştırılarak Hakem Kurulu süreci dahil bir ayla sınırlanan, hükümete hem işveren hem hakem rolü verilen, bunlar yetmezmiş gibi 5 milyonu aşkın kamu emekçisinin ve emeklisinin beşte biri kadar üyesi olmasına rağmen en tepedeki isimden başlayarak mevcut siyasi iktidarın ‘sendikamız’ diye nitelendirmekten geri durmadığı bir yapının tek yetkili hale getirildiği, everensel gerçek toplu pazarlık sistemi ile hiçbir ilgisi olmayan mevcut antidemokratik toplu sözleşme sistemi sürdükçe kamu emekçileri ve emeklikleri kaybetmeye devam edecektir.
Bu karanlık tablodan tek çıkış yolu yetkinin asıl sahiplerinin kamu emekçilerinin ve emekliklerinin ortak sorunları için bir araya gelmesinden, “hak verilmez mücadele ile alınır” ilkesi ile ortak mücadeleyi yükseltmesinden geçmektedir.
En başından beri bu ilke doğrultusunda, kamu emekçilerinin ortak çıkarları için mücadele eden, bunun için bedeller ödeyen konfederasyonumuz KESK her zaman olduğu gibi bugün de üzerine düşen sorumluluğun gereğini getirmeye hazırdır.
Üzerimize düşen bu sorumluğun gereğini yerine getirmenin bir adımı olarak bağlı sendikalarımızın üyelerinin katılımı ile 27 Ağustos Salı günü üretimden gelen gücümüzü kullanarak tüm yurtta 1 gün iş bırakacağız. 27 Ağustos’ta “İNSANCA BİR YAŞAM VE GÜVENCELİ İŞ İÇİN G(Ö)REVDE OLACAĞIZ!
Sözlerimizi tamamlarken tüm konfederasyonları, sendikaları, hangi sendikanın üyesi olursa olsun ya da herhangi bir sendikanın üyesi olmasın tüm kamu emekçilerini bizi yok sayan, alay eden teklifler sunanlara karşı haklarımızı korumak için 27 Ağustos’ta omuz omuza vermeye, g(ö)reve çağırıyoruz.
Yürütme Kurulu