28 Mayıs 2009 tarihinde KESK Genel Merkezi polis tarafından basılmış, KESK Kadın Sekreteri Songül Morsünbül ile KESK’e bağlı sendika üye ve yöneticilerinden çoğunluğu İzmir’de olmak üzere 36 kişi gözaltına alınmıştı. 4 günlük gözaltı sürecinden sonra gözaltına alınan otuz altı kişiden 31’i Cumhuriyet Savcılığınca tutuklanmaları istemiyle İzmir 10 No’lu Ağır Ceza Mahkemesi Üyeliğine sevk edilmiştir. İzmir 10 No’lu Ağır Ceza Mahkemesi, 1 Haziran 2009 günü 14 kişinin tutuklanmasına karar vermiştir. İzmir Cumhuriyet savcılığı serbest bırakılan üye ve yöneticilerimizin de tutuklanması istemiyle anılan hâkimlik kararına itiraz etmiş, İzmir 8. Ağır Ceza Mahkemesi 15 Haziran 2009 günlü kararlarıyla sekiz kişinin daha yakalanmasına karar vermişti. Sonuçta toplamda 22 KESK’li tutuklanmıştı.
KESK’e yönelik bu operasyonu İzmir jandarması hazırlamış ve CMK 250. Madde ile yetkili İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülmüştü. Soruşturma aşamasında gizlilik kararı olduğu için o dönem sağlıklı bilgi alınamamış ancak basın yayın kuruluşlarına tek merkezden olduğu açık olan servis edilen haberlerle KESK yoğun olarak karalanmıştı.
Operasyonu yürüten Özel Yetkili Savcılık 31.07.2009 tarihinde İddianame düzenleyerek gözaltına alınan ve tutuklanan kişilere yönelik yasa dışı silahlı örgüt üyeliği suçlaması yöneltmişti. Suçlamaya dayanak olarak 16-18 Ocak 2009 tarihinde Diyarbakır’da yapıldığı iddia edilen yasadışı örgüt toplantısı, EĞİTİM SEN genel merkezinde yapılan toplantı, şüphelilerin iletişim tespit tutanaklarında yer alan konuşma tapeleri ve yine değişik tarihlerinde sendika şubelerinde katıldıkları toplantılar ve katıldıkları sendikal eylem, etkinlikler gösterilmişti. Savcılık şüphelilerin tüm bu faaliyetlerini sendikacı kimliklerini kullanarak yasa dışı örgüt üyesi olarak yaptıklarını iddia etmişti.
O dönem dava CMK 250. Madde ile yetkili (Özel Yetkili Mahkeme) İzmir 8. Ağır Ceza Mahkemesinde açılmıştı.
İlk duruşma 174 gün sonra, 19.11.2009 tarihinde görülmüş ve tutuklu KESK’lilerin tümünün tahliyesine karar verilmişti. İlk duruşmada gerek sanık durumundaki KESK’liler ve gerekse de avukatları KESK ve bağlı sendikalarının kuruluş süreci ve çalışma ilkeleri ile çalışma biçimlerini uzun uzun anlatmış, iddia edilen yasa dışı toplantıların tamamen sendikal toplantılar olduğunu belirtmiş ve sendikaların bu hususlarla ilgili aldıkları kararları dava dosyasına sunmuşlardı. Öyle ki, savcılığın iddia ettiği Diyarbakır toplantısı ile ilgili olarak; Diyarbakır Emniyeti ve Savcılığının, bu toplantı ile ilgili olarak ellerinde hiçbir bilgi ve belgenin bulunmadığına dair resmi yazısı dosyada yer almıştır.
Yargılama esnasında avukatlar ve yargılanan KESK’liler jandarma marifetiyle kolluğun KESK’e yönelik bir kumpas kurduğu ve KESK’in yargı baskısı yoluyla pasifize edilmeye çalışıldığını genişçe anlatmışlardı.
Ülkemizde yargıdaki siyasallaşmanın zirve yapmasından sonra diğer bazı davalarda da görüldüğü üzere yargılamanın son aşamasında ilginç şekilde heyet değişikliği yapılmış ve heyete iki yargıç dahil edilmişti. Mahkemenin 28.11.2011 tarihli karar duruşmasında yargılamaya sonradan atanan ve sanıkları hiç dinlemeyen bu iki üyenin oyu ile 25 kişiye yasadışı silahlı örgüt üyesi olmaktan ceza verilmişti. Yargılamayı en başından itibaren yürüten mahkeme başkanı karara muhalif kalarak sanıkların beraat etmesi gerektiğini belirterek şerh koymuştu. Heyet başkanı şerhinde; “…Böylesine özünde siyasi olan bir konunun savunucularının bu kadar az ve şüpheli delillerle mahkûm edilmesi ve sanıkların cezalandırılmaları toplumun adalet duygularını sarsar. Hiç kimsenin hukuk karşısında güvencesi kalmaz ve masumiyet ilkesinin ortadan kaldırılması sonucunu doğurur…” demiştir.
Daha sonra karara karşı Yargıtay temyiz yoluna gidilmiş ve Yargıtay 16. Ceza Dairesi oldukça ayrıntılı ve çeşitli temyiz gerekçelerini dikkate almayarak 13.03.2017 tarihinde mahkemenin kararını büyük oranda onamıştır. Bunun üzerine arkadaşlarımızın avukatları Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yolu ile başvurmuşlardır.
Yargıtay’ın bu kararı üzerine hükmü kesinleşen sanıklar hakkında İzmir 12. Ağır Ceza Mahkemesi (bu arada CMK 250 ve TMK 10. Madde ile görevli mahkemeler kapatıldığından dosya devri olmuştur.) tarafından yakalama kararları çıkarılmıştır. Bu karar üzerine haksız ve hukuksuz şekilde cezalandırılan birçok arkadaşımız Türkiye’yi terk etmek ve sürgüne gitmek zorunda kalmıştır. Halen Hasan Soysal, A.Celil Demir ve Mustafa Beyazbal arkadaşlarımız cezaevinde yatmaktadırlar.
Kamuoyunun dikkatine sunmak isteriz ki, arkadaşlarımızın cezalandırılmasını sağlayan İzmir Jandarma kuvvetlerinde operasyonu yürüten jandarma görevlileri, soruşturma savcısı ve sonradan dosyaya dahil edilen ve ceza veren iki hakim, 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında, Fethullah Gülen örgüt soruşturmaları kapsamında görevlerinden alınmış ve haklarında adli soruşturma başlatılmıştır.
AYM’den Önemli Karar
Kamuoyunda “KESK İzmir Davası” olarak bilinen bu davada Anayasa Mahkemesine yapılan bireysel başvurular nihayetinde sonuçlanmıştır.
Anayasa Mahkemesinin 21 Temmuz 2020 günü Resmi Gazetede yayımlanan 2017/27572 başvuru nolu 18/6/2020 tarihli ABDULCELİL DEMİR VE DİĞERLERİ DAVASI’nda sanıkların katıldıkları toplantı ve gösterilerin tek başına silahlı örgüt üyeliğine gerekçe yapılamayacağı, Anayasa 34. Maddede düzenlenen Toplanma ve Gösteri Hakkının ihlal edildiği belirtilmiştir. Kararda adil yargılanma hakkı ile ilgili ihlallerin incelenmesine bile gerek olmadığını belirtilerek yargılamanın yenilenmesine karar verilmiştir.
Anayasa Mahkemesinin kararının eksik, yetersiz olduğunu belirtmek isteriz. Adil yargılanma hakkı ihlalinin yaşandığının kendi değerlendirmesinden de anlaşılmasına rağmen adil yargılanma hakkı ihlalini inceleme konusu yapmaması siyasi atmosferden etkilendiğini göstermektedir. AYM esasında bu dosyada kumpası tüm boyutlarıyla ortaya çıkarıp kapsamlı ihlal kararı verebilirdi. Ancak yine de hukuksuzluğu kabul edip yeniden yargılama kararı vermesinin önemli sonuçlar doğuracağını belirtmek isteriz.
Konfederasyonumuza yönelik devlet içerisindeki çete yapılanmalarının gerçekleştirdiği kumpaslar sonucunda 2009 yılında başlatılan bu süreç maalesef başka davalarla devam ettirilmektedir. Anayasa Mahkemesinin bu çok önemli kararının yayınlandığı aynı gün, Diyarbakır’da 2017 yılında KHK ile ihraç edilmeye ilişkin yapılan basın açıklamasına katıldıkları için 32 KESK’liye toplamda 48 yıl ceza verilmesi bu tür davaların son örneklerindendir.
Öncelikle belirtmek isteriz ki, siyasi iktidarın AYM’nin bu kararı ile sendikal hak ve özgürlüklere yaklaşımını gözden geçirmesi gerekmektedir. Halen devam eden ve kumpas olduğu açık olan onlarca davanın biran önce düşürülmesi veya beraatla sonuçlandırılması gerekmektedir. Hakeza, OHAL KHK’ları ile haksız ve hukuksuzca ihraç edilen KESK’li kamu emekçilerinin görevlerine iade edilmesi, OHAL Komisyonunun ret kararlarının derhal iptal edilmesi gerekmektedir.
İzmir 12. Ağır Ceza Mahkemesinin AYM’nin bu kararı üzerine arkadaşlarımızla ilgili infazı durdurup yakalama kararlarını geri alması ve halen cezaevinde olan Hasan Soysal, A.Celil Demir ve Mustafa Beyazbal arkadaşlarımızın derhal salıverilmeleri, haklarında yakalama kararı bulunanların yakalama kararının kaldırılması sağlanmalıdır.
KESK bedeli ne olursa olsun emek ve demokrasi mücadelesini yürütmeye devam edecektir. Mücadelemizin haklı olduğu, engellemeye yönelik tüm girişimlerin ise hukuksuz ve kumpas olduğu er ya da geç ortaya çıkacaktır.
KESK YÜRÜTME KURULU