Mevcut anayasamıza, yasalarımıza göre devlet kurumları karar alırken ve uygularken hukuk ilkelerine bağlı, tarafsız ve adil olmakla yükümlüdür. Ancak özellikle OHAL süreciyle birlikte Türkiye’de yaşananlar hukukun nasıl katledildiğini, sendikal hak ve özgürlüklerin kullanılmasının bile keyfi bir biçimde nasıl “suç” olarak değerlendirilmek istendiğini gözler önüne sermektedir.
Bu keyfilik ve hukuksuzluk 4. Dönem Toplu Sözleme görüşmelerine, ardından Ankara ve Gaziantep Valiliklerinin bir aylık eylem-etkinlik yasağına ve son olarak iş yerlerinde toplu sözleşme çalışması yapmak isteyen sendikalarımıza kadar uzanmıştır.
Konfederasyonumuza son bir haftadır ulaşan bilgiler üyelerimizin işyerlerinde toplu sözleşme çalışması yapmasının engellenmek istendiğini göstermektedir. Ülkenin dört bir tarafından konfederasyonumuza ulaşan bilgilere göre deyim yerinde ise kraldan daha kralcı kimi kurum yöneticilerinin anayasa ve yasalarla güvence altına alınmış olan sendikal haklarımızı kullanmamızı engellemek istediğini, bunun için “duyuru” adı altında yazılı talimatlar yayımladıklarını göstermektedir. Örneğin Gelir Dairesi Başkanlığı’na bağlı Ankara Vergi Dairesi Başkanlığı’nın 08 Ağustos 2017 tarihli duyurusunda “…bazı sendikaların işyerlerinde Toplu Sözleşme görüşmelerini bahane ederek çalışma ortamını bozacak olumsuz eylemlerde bulunabileceğinden daire amirlerince gerekli tedbirlerin alınmasını önemle rica ederim”denilmektedir.
Oysa daha önce defalarca vurguladığımız üzere, sendikal faaliyetler anayasa ve yasalarla, anayasamızın 90. Maddesi ile iç hukukun üzerinde olduğu kabul edilen başta Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) sözleşmeleri olmak üzere uluslar üstü anlaşma ve sözleşmelerle güvence altına alınmıştır. Dolayısıyla ortada sayısız mahkeme ve AİHM kararı olmasına karşın ısrarla en temel sendikal hak ve özgürlükleri yok sayanlar, bu yönde hukuk dışı kararların altına imza atanlar “sendikal faaliyeti engelleme” ve “görevi kötüye kullanma suçu” işlemektedir. Sadece bu konuda talimat verenlerin değil, hukuksuz talimatı yerine getirenlerin de cezai sorumluluğu olduğu unutulmamalıdır.
Bir sendikanın, konfederasyonun temel görevi üyeleri başta olmak üzere tüm kamu emekçilerinin haklarını korumak ve geliştirmektir. Bu görev sendika –konfederasyon olmanın temel gereğidir. “Toplu sözleşme görüşmelerini bahane ederek” gibi garabet bir uyarı yazısı kaleme almaktan geri durmayanlara soruyoruz. Sendikalar-konfederasyonlar 3 Milyon kamu emekçisini, 2 milyon kamu emekçisini doğrudan ilgilendiren toplu sözleşme konusunda işyerinde aydınlatma çalışması yapmayacaksa, taleplerini paylaşmayacaksa ne zaman, nerede yapacaktır? Siyasi iktidar ve yandaş konfederasyon yönetimi arasında yeni bir satış sözleşmesi imzalanmasına seyirci mi kalacaktır?
Öte yandan bu “duyuruların”, talimatların asıl hedefinin KESK ve bağlı sendikaları olduğu açıktır. Grev hakkımızı yasal güvence altına almamasından kapsamına, taraflarından uyuşmazlık durumunda devreye girecek olan hakem kuruluna kadar her yanı lime lime dökülen, üstüne üstlük bugün üzerine OHAL-KHK rejimin gölgesi düşen “toplu sözleşme” oyununa sessiz kalmamız istenmektedir. Bunun için toplu sözleşme masası, kent meydanları, caddelerin ardından işyerleri de konfederasyonumuza ve bağlı sendikalarımıza kapatılmak istenmektedir. Sendikal faaliyetlerimizi engellemeye yönelik bu hukuksuzluk, en başından beri demokrasinin, adaletin olmadığı yerde emeğin haklarından söz edilemeyeceğini savunan konfederasyonumuzu bir kez daha haklı çıkarmıştır.
KESK olarak kendini anayasanın, yasaların üzerinde gören kamu kurum yöneticilerini uyarıyoruz. Anayasa ve yasalarla güvence altına alınmış olan sendikal faaliyetlerimizi engellemek isteyenlere karşı gerekli hukuksal girişimlerde bulunacağımızın altını çiziyor, emek ve demokrasi mücadelemizi hedef alan her türlü baskıya karşı mücadelemizi sürdüreceğimizin bilinmesini istiyoruz.