Ülkemizin tarihi, inişli çıkışlı bir demokrasi ve hakkaniyet arayışının hikayesidir. Her dönemde, toplumun temel beklentisi, adaletin eksiksiz tecellisi ve haksızlıkların giderilmesi olmuştur. Bugün, bir barış sürecinden ve toplumsal normalleşmeden bahsediyorsak, bu iddialı hedefin olmazsa olmaz bir ayağı, geçmişte yaşanan derin yaraların sarılması ve mağduriyetlerin telafisidir. Bu bağlamda, özellikle olağanüstü dönemlerde görevlerinden haksız yere ihraç edilen kamu emekçilerinin durumu, vicdanları kanatmaya, toplumsal bellekte acı bir iz bırakmaya devam ediyor.
15 Temmuz darbe girişimi sonrası ilan edilen Olağanüstü Hal (OHAL) dönemi, Türkiye’de on binlerce kamu çalışanının işinden, ekmeğinden koparılmasına neden oldu. Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) ile ihraç edilen bu insanların önemli bir kısmının, herhangi bir suça karışmadığı, darbe girişimiyle uzaktan yakından bir ilgisinin olmadığı çeşitli platformlarda ısrarla dile getirildi. Ancak ne yazık ki, bu haksız uygulamalar geniş bir kitleyi etkiledi ve mağduriyetleri derinleştirdi. Gerçek bir barışın tesisi, sadece siyasi müzakerelerle değil, aynı zamanda bu toplumsal yaraların sarılmasıyla mümkündür.
Algılar ve Gerçekler: KESK’in Mücadelesi
Türkiye’nin yakın geçmişinde, özellikle OHAL sürecinde, on binlerce kamu çalışanı KHK’larla ihraç edilirken, bu süreçte dikkat çekici ve gerçeklikten uzak bir algı pompalanmaya çalışıldı: sanki ihraçların büyük çoğunluğu Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) üyelerinden oluşuyormuş gibi. Oysa rakamlar ve sürecin dinamikleri, bu algının büyük bir çarpıtmaya işaret ettiğini gözler önüne seriyor. Yaklaşık 150 bine yakın kamu emekçisinin ihraç edildiği bu dönemde, KESK’li ihraçların toplam orana göre yüzde 3’ü bile bulmadığı ortada. Peki, bu yanıltıcı algı nasıl oluştu?
Cevap, KESK’in bu topraklardaki onurlu, ilkeli ve korkusuz duruşunda gizliydi. Darbe girişimi öncesinde dahi sistemin çelişkilerini cesurca dile getiren, emek sömürüsünü meydanlarda teşhir eden KESK ve bağlı sendikaların üyeleri, şüphesiz iktidarların hedefindeydi. OHAL süreciyle bu hedef büyütüldü. Ancak, sistem sendikaları üyelerine sahip çıkma konusunda sınıfta kalırken, ilk günden itibaren üyelerinin hukuki, mali ve kamusal alandaki mücadelesini sahiplenen, onların sesi olan yegane konfederasyon KESK oldu. Kamuoyuna yansıyan haberlerin büyük çoğunluğu KESK üyelerinin mağduriyetlerini içerdi, zira sahipsiz değillerdi. İşte bu durum, sistem yanlısı sendikalar tarafından adeta bir korku sopası olarak kullanıldı: “KESK’e üye olursanız ihraç olursunuz!” söylemi, iktidarın KESK’i hedef alma niyetini de apaçık ortaya koyuyordu.
KESK, defalarca Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’ndan ihraçların oransal dağılımını ve sayılarını talep etmesine rağmen, bugüne kadar bir yanıt alamadı. Bu suskunluk, gerçeklerin saklanmak istendiğinin en açık göstergesi değil midir? Emin Pazarcı’nın yıllar önce Milliyet Gazetesi’nde kaleme aldığı yazıdan da bildiğimiz gibi, iktidarların emekçiden yana olanları sevmediği, yandaşlarına nasıl yol açtığı ortadaydı. Bu durum, KESK’e yönelik sistematik bir yıldırma politikasının da kanıtıdır.
KESK’in Direnişi ve Demokrasiye Katkısı
OHAL döneminde tam 4 bin 259 KESK’li KHK ihraç listelerine eklendi. Bu rakam, sadece bir sayıdan ibaret değil; ardında yatan büyük bir gerçeği, planlı bir operasyonu temsil ediyor. Çünkü iktidar, KESK’in bu ülkede emek ve demokrasi mücadelesi arasında köprüler kuran, örgütlü bir güç olduğunu çok iyi biliyordu. KESK’in, emeğin haklarını korumanın, kazanımlarını kalıcı hale getirmenin tek yolunun o ülkede demokrasinin, barışın, adaletin, hukukun ve laikliğin üstünlüğünün tesis edilmesinden geçtiği bilinciyle mücadele ettiğini biliyordu.
Emekçileri bölmek için iktidarların gölgesinde büyütülen “sarı sendikalara”, Truva atlarına karşı en başından beri mücadele edenlerin KESK’liler olduğunu biliyorlardı. KESK’in kurulduğu günden beri, iktidarda kim olursa olsun, kamu emekçilerinin haklarını ve çıkarlarını korumak görev ve sorumluluğuyla anti-demokratik düzenlemelere karşı mücadele ettiğini de çok iyi biliyorlardı. İşte bu yüzden, bu onurlu duruşun bedeli olarak binlerce KESK’li işinden ve ekmeğinden edildi. Bu, sadece bir ihraç meselesi değil, aynı zamanda emeğin ve demokrasinin sesini kısmaya yönelik, açıkça görünen bir haksız girişimdi.
Adaletsizlik Bitmeden, Barış Kalıcı Olamaz
Bugün bir barış sürecinden geçiyorsak, bu süreç, herkesi kucaklamalıdır. Haksız yere ihraç edilen her bir kamu emekçisinin göreve iadesi, adalete olan inancın yeniden güçlenmesi, toplumsal uzlaşının sağlanması ve geçmiş hatalardan ders çıkarılması adına atılacak hayati bir adımdır. Bu adım, sadece ihraç edilenlerin değil, tüm toplumun psikolojisi üzerinde olumlu bir etki yaratacak, kutuplaşmayı azaltacak ve geleceğe daha umutla bakmamızı sağlayacaktır.
Devletin görevi, vatandaşlarının haklarını korumak, adaleti sağlamak ve mağduriyetleri gidermektir. Barış süreci, tam da bu ilkelerin hayata geçirilmesi için bir fırsattır. Haksız ihraçların telafisi, sadece adalet değil, aynı zamanda ülkenin geleceği için güven ve istikrarın da temelini oluşturacaktır.
MESUT BALCAN
HABER-SEN GENEL BAŞKANI