İnsanca yaşam için ne TÜİK’in sahte enflasyonuna ne de Memur-Sen’in satış sözleşmesine teslim olmayacağız. İlkelerimiz ve görevimiz gereği adaleti, hak ve hukuku sağlamak için fiili ve meşru tüm mücadelemizi, yandaş sarı sendikalara rağmen tüm kamu emekçileri için sürdürmeye devam edeceğiz.
Sanayi devrimi ve kapitalizm ile ortaya çıkan emek-sermaye ayrılığı ve emeğin özgürleşmesi, bunlara bağlı olarak bağımlı çalışanların nicelik olarak artması ile doğan sendikacılık kavramı, Keynesyen iktisat politikalarının ortaya konulması ile birlikte II. Dünya Savaşı’ndan 1973 Petrol Krizine kadarki süre içinde nicelik (üye sayısı) ve nitelik (ekonomik ve sosyal etkinlikleri) anlamında “altın çağı”nı yaşamıştır. Temel amacı çalışanların hak ve menfaatlerini korumak olan sendikaların, 1980’li yılların başlarında tüm dünyada paralel olmasa da etkisini gösteren ve günümüzde uluslararası rekabet ve şirketler, ucuz işgücü pazarı, sosyal güvence yetersizliği gibi hala meyvelerini toplamaya devam eden neoliberal politikalar ile küreselleşme, özelleştirme, esnek ve parçalı istihdam modelleri gibi kavramlardan olumsuz etkilendiği görülmektedir. Türkiye’de ise geçmişte iş hayatında dirlik, düzen ve hakkaniyet için lonca, ahilik gibi kurumlarla sağlanmaya çalışılmıştır. Ancak bu kurumlar zamanla yeterli gelmemiş ve 2821 sayılı Sendikalar Kanununda ve ardından çıkarılan ve yenilenen Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunları uyarınca son şekli ile de hukukumuzda tanımlanmıştır.
Türkiye’de sendikal hareketin doğuşundan itibaren çıkarılan yasal düzenlemelerin devlet tarafından sağlanması nedeniyle işçilerin ve kamu emekçilerinin mücadele geleneği gelişmemiştir. Alınan haklar yerine daha çok verilen haklar anlayışı hâkim olmuştur. Bu yüzden, sendikaların emek hareketleri için uygun koşulların oluşturulmasının çoğunlukla devlet aracılığıyla yapılması beklentisi içerisinde olduklarını söylemek mümkündür. Buna da en büyük etken sarı sendikaların tutumu olmuştur. İşçi ve emekçilerin çıkarlarını ve haklarını mücadele ederek kazanmak ve korumak yerine, hükümet ya da patronlarla uzlaşıp, üyelerinin çıkarını geri plana iten, iktidarla ya da patronlarla en kötü koşullarda uzlaşan, işverenin taleplerini daha çok önemseyen sendikalara dünyanın her yerinde “sarı sendika” denir. Türkiye’de de sayıları iktidar ile birlikte azımsanmayacak sayıda artmıştır.
Gerek uluslararası gerekse ulusal düzlemde sendika özgürlüğünün güvencesine ilişkin düzenlemeler mevcuttur. Ancak uygulamada özellikle işverenler bu yaptırımlara maruz kalmamak adına sendika özgürlüğüne örtülü bir müdahale gerçekleştirmektedirler. Bununla bağlantılı olarak özellikle emekçilerin işverenlerin desteklediği sendikalara üyelikleri örtülü tehditlerle sağlanmaktadır. Böylece bu anlayışa hizmet etmek için görevlendirilen ve bizzat hükümet tarafından kurulmasına öncelik edilen kontra sarı sendikalar oluşturuldu. Emekçiler işverenlerin çıkarlarına uyuşmayan sendikalarla ilişkilerinin kesilmesine zorlanmaktadırlar. Biz bunları çok evvelden tanıyoruz, en azından son olarak tam 4 dönemdir skandal bir şekilde kamu emekçilerini temsilen yetkili sendika olmalarına rağmen akla ziyan açıklamaları ve toplu sözleşmelerde ki kayıpları ile emekçilere karşı oynadıkları orta oyunlarıyla anıldılar. Aslında başta kamu emekçileri olmak üzere tüm topluma sürekli enteresan durumları ve yandaşlıkları ile gündemden düşmemişlerdir. Adeta Lafonten’den masal anlatırlar sürekli.
***
AKP ve küçük ortağı eliyle büyütülen Memur Sen ve Kamu Sen gibi sarı sendikacıların hatırlanacağı üzere geçtiğimiz süreçte birçok ihanetini görmüştük. Onlar da son güne kadar yüksek perdeden açıklamalar yapmışlardı. Hatta son gün Ankara’da yaptıkları mitingde “Hükümet müzakere edebileceğimiz rakamlara gelmeden görüşme yapılmaz” türünden laflarla hükümete “meydan” bile okudular. Ama aynı gece Kamu Çalışanlarını utanmazca satışa getirdiler. Sözleşme görüşmelerine başlarken; 2022 yılı için yüzde 21 maaş artışı, artı yüzde 3 refah payı, artı 600 lira seyyanen zam, 2023 yılı için yüzde 17 maaş artışı, artı yüzde 3 refah payı istedikleri halde; yüzde 5 + yüzde 7 ile yüzde 8 + yüzde 6’ya imza atıp geçtiler.
Kamu emekçileri ise tıpkı bir boks müsabakası gibi birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü yumruğu yiyip abandone vaziyette, sanki bu ağır yumruk darbelerinden dolayı beyin iletişimleri kısılmış vaziyette (boks maçlarında yaşanan bir şok hadise) maçın hakeminin 10-9-8-7-6-… diye nakavt olma seremonisini yaşar vaziyette kımıldamıyorlar. Ayağa kalkmıyorlar, benzetme tam anlamıyla gerçeklikte böyle görünmese de durumu özetleyen bir benzetme oldu gibi. Sanki kamu sektörü çalışanlarının silkelenerek kendilerine gelmesi, ayılması, ülkenin ayılması gibi bir durumun oluşmasını düşündürmektedir. Ayrıca yumruğu atan ne kadar can yaktığını bilmez, yumruğu yiyen bilir.
Peki, ilk başta ekonomik olmak üzere kamuda onlarca sosyal, demokratik ve çalışma hayatına dair pek çok hak kaybı yaşayan kamu emekçisi nasıl oluyor da, böylesine bir sendikanın üyesi olarak kalabiliyor? Bu sorunun cevabını tabi ki Avrupalı bir ülkede veremeyiz, çünkü bu hak kayıplarından sadece bir tanesini kaybeden bir emekçi o dakika o sendikayı terk eder ki, böyle bir sendikacılık Avrupa çalışma hayatında yok zaten. Türkiye’de ise ne yazıktır ki çalışma hayatına ve siyasete dair bilincin emekçilerde tam olarak yerleşmemesi, özellikle son 20 yılda oluşan çıkarcılık, ben merkezli düşünce tarzı yaklaşımlar, gelecek kaygısı, güvence bilincinin endişe verici boyutlarda olması ile iktidarın ve yandaşları marifetiyle baskı, sürgün, tehdit, işten atılma hatta aile bireylerine dahi baskı sebepleri ile istemeyerek de olsa bu tip kontra sarı sendikalarda bir kesim emekçi durmaktadırlar. Bunun yanında bir de azınlıkta olsalar da, çıkar, menfaat, adam kayırma, üst unvanlara yükselme ve benzer sebeplerle bilerek ve kabul ederek bu çıkar sendikalarda duranlar da var elbette.
***
Sarı sendikacılık en bilinen tanımıyla; temsil ettiği üyelerinin hak ve çıkarlarını işverenler karşısında savunmayıp, imzaladığı satış sözleşmeleriyle ve bu sözleşmelerin uygulanması sürecinde patronlara hizmet eden sendikacı tipidir. Meslek edindikleri sendikacılıktan haksız kazançlar elde ederler. Üyeleri açlık sınırında sefalet ücreti düzeyinde maaş alan sarı sendikacılar, kendileri sendikadan aldıkları uçuk düzeydeki maaşların yanında, yaptıkları her toplantı karşılığında “huzur hakkı” gibi yan gelirleri de alırlar. Harcırahları, altlarında lüks araçlar ve hatta bazı özel faturalarını bile sendikaya yıkarlar. Kimse sormaz sorgulamaz. Soran emekçinin ise hemen sesi kesilir, hatta iç içe oldukları işverenler vasıtasıyla işten attırılır. Bunların kötülüklerini anlatmaya sayfalar yetmez. Sınıf sendikacılığını da sona erdirmeyi amaçlayan bu oluşumlar özellikle memur sendikacılığında başroldedirler.
Günümüzde yaşanan yetkili sendika tiyatrosunda ise ekonomik krize, enflasyona, büyüme rakamlarına ve her gün zincirleme gelen ürün ve hizmet zamlarına göre sınıfta fena kaldılar. Hiç çekinmeden emekçileri kandırmaya ise devam ediyorlar. Bunlarda sendika bilincinden uzak olmaları, sanki bir şirket gibi yönetim anlayışları olduğundan dolayı kesinlikle örgütsel bir ilke yok, iktidarın çıkarlarına göre hamleleri var. Sarı sendikal anlayış sendikal özgürlüğün karşısında açık olarak bir set olarak durmaktadır. Bunları Dünya Sendikalar Federasyonu başta olmak üzere, Avrupa Sendika Birlikleri (ETUC, UNI, EI, ve Diğerleri) sendika olarak bile görmemekte ve üyelik taleplerini reddetmektedirler. Ha kanarya sevenler derneği, ha bu yandaş sarı oluşumlar.
Kamu çalışanlarının maaşları ve emekli aylıklarının son 1,5 yıldaki Ocak 2022, Temmuz 2022, Ocak 2023 asgari ücret artış oranına yetişmesi için Ocak 2023 artışının işçi emeklileri için en az yüzde 58, memurlar ve memur emeklileri için yüzde 52 olması gerekir. (Oranlar + ve – 1-2 puan oynayabilir) Hakkaniyetli olan budur! Ancak bunu herkes gibi bilen yetkili ama etkisiz olan talimat kulu konfederasyon olan memursen’den tık yok ki, böylesine iktidarın emir kulu sendikadan bir ses çıkması zaten beklenemez. Her ne kadar memurların sendikalaşmasının teşvik edilmesinin amaçlandığı iktidar yetkililerince dile getirilse de, 3 ayda bir ödenen toplu sözleşme ikramiyesi gerçekliği ve baraj altında kalan sendikaların bundan faydalanamayacak olmaları sebebiyle, sarı sendika oluşumları teşvik edilirken, sendika seçme özgürlüğü kısıtlanmaya çalışılmaktadır. Bu ve bunun gibi birçok hak kayıpları ve özgürlüklerin kısıtlanması nedeniyle herkes üyesi olduğu sendikalarını sorgulamalıdır.
Günümüzde de Hükümet Programlarında devletin kamu işletmeciliğinden çekilmek istendiği belirtilmektedir. Örneğin, 24.05.2016 tarihindeki 65. Hükümet Programında şu ifadelere yer verilmekteydi:
“AK Parti Hükümetleri olarak piyasa ekonomisinin kuralları çerçevesinde kamu işletmeciliğinde mümkün olduğunca çekilmeyi hedefledik. Bu hedef doğrultusunda büyük miktarda özelleştirmeler gerçekleştirdik. Yeni dönemde ise, bir taraftan özelleştirme uygulamalarına devam ederken, diğer taraftan kamunun işletmeci olduğu alanlarda etkinliği artıracağız. Özelleştirme uygulamalarını, uzun vadeli sektörel öncelikler çerçevesinde belirlenmiş bir program dâhilinde sürdüreceğiz.”
Buradan da anlaşılacağı üzere özelleştirmelerin devam edeceğini söylemek mümkündür. KİT’lerin özelleştirme oranlarının yanında istihdam edilen personel sayısının yıllar içerisindeki düşüş eğilimindeki değişimi de önem arz etmektedir. Sayıştay Kamu İşletmeleri Genel Raporlarına görüleceği üzere, KİT’lerde istihdam edilen personel sayısı sürekli azalmaktadır. Bu yüzden sendikaların özelleştirmeler karşısında olmalarının temelinde yatan neden, istihdamın daraltılması ve buna paralel olarak sendikasızlığın artmasıdır. Sendikasızlığın artışı sendikaların varlıklarını tehlikeye düşürmekte ve etkilerini zayıflatmaktadır. Buna rağmen adında sendika olan sarı sendikalar, ülkenin birçok değerleri satılıp, peşkeş çekilirken aldıkları talimatlar gereği bu özelleştirme adı altındaki satışlara hiç ses çıkartmadılar, hatta eylem ve grev kırıcılığı yaparak mücadeleye sekte vurdular. Tekel satışı, Telekom satışı, PTT’nin ve TCDD’nin Anonim Şirket yapılması, şeker ve kâğıt fabrikalarının satışı gibi onlarca örnek vardır.
Daha önce de bazı yazılarımda belirttiğim üzere, genç emekçilerin sendikalara olan bakış açıları veya tutumları sendikaların içinde bulunduğu krizin önemli gerekçelerinden gösterilmektedir. Sendikalardaki gençlerin düşük oranlı katılımları sendikaların yeni kuşaklarca yenilenebilme ve devamlılığı olasılıklarını tehlikeye atmaktadır. Bu durum sendikamızın da katılımcısı olduğu Avrupa sendikaları ile yapılan son 3 toplantıda da belirtilmiştir. Bu yüzden genç emekçileri örgütlemek, emek hareketinin canlanması ve büyümesi için anahtar niteliği taşımaktadır. Bunu da sadece gerçek emek mücadelesi veren sendikal demokrasinin işlediği sendikalar gerçekleştirebilecektir. Özellikle Y kuşağı ve Z kuşağı daha dijital uyumluluk sağlamaları ile yeni yeni örgütlenme biçimlerini, sendikal çıkarlar ile hak ve mücadele yöntemlerini yenilikçi olarak belirleyeceklerdir. Elbette ki gençler bürokratik işleyiş, kapıkulu davranışlar ve emri vaki talimatlar sebebiyle sarı sendikalar da yaşam alanı bulamayacaklardır.
***
Çalışma hayatının önemli bileşenlerinden biri olan sendikaların, üyelerinin çıkarlarını koruyabilmesi ve hakkaniyetli bir çalışma ortamı yaratabilmesi için sendika özgürlüğünün mevcut olması gerekir. Sendikaların faaliyette bulunması, varlıklarını sürdürebilmeleri ve amaçlarına ulaşabilmeleri için elzemdir. Sendika faaliyetlerinin tabiatı gereğince siyasi nitelikte de olması sebebiyle, yıllar içerisinde ülke siyasetindeki değişime paralel olarak sendika özgürlüğüne olan bakış açısı da olumsuz yönde değişmiştir. Demokrasi deneyimi uzun geçmişe dayanan çoğulcu demokrasilerde sendikalar daha etkilidirler. Demokrasi deneyimini henüz ilerletmeye çalışan Türkiye’de, Anayasa’da 2001 yılında yapılan değişiklikle sendika özgürlüğüne ilişkin çağdaş düşünce benimsenmeye çalışılmış olsa da, sendikal özgürlükte iktidarın kayırım yapması ile sarı sendikal yaşam çalışma hayatında artışa geçti, bunun yanında siyasi ve ekonomik tutarsızlığın, ilerleyen dönemlerde başka değişikliklere sebebiyet vermesi mümkün gözükmektedir.
Artık 2023 yılında kamu emekçileri öncelikle gelecekleri için ve çalışma hayatlarının düzelebilmesi için fiili ve meşru mücadele veren gerçek sendikalarda örgütlenmeleri gerekmektedir. Sadece bu sarı sendikada üye olarak duran yurttaşlarımız, sendikalarının neler yaptığına, hangi mücadeleleri verdiğine, eylem ve etkinliklerine ve en önemlisi toplu sözleşmelerde neler kazandıklarına baksın yeter. Tüm gerçekliği göreceklerdir. Unutulmamalıdır ki, sarı sendikalar, işçiden, emekçiden çok işverenin menfaatlerini kollayan, sermaye çevreleriyle iş birliği içinde bulunarak emekçi haklarının alınmasına yönelik hareketleri engelleyen ve kısıtlayan sendikalardır. Güçlü bir sendika hareketinin yaratılması, örgütlü mücadelenin hayatın her alanına yayılması, sosyal devlet anlayışının gelişmesi, ulusal ve uluslararası çalışma hayatı ilkelerinin ve demokratik uygulamaların tam anlamıyla hayata geçmesi ile gerçekleşebilecektir. Sarı sendikacılığın önüne bu ilkeler ile sınıf sendikacılığını geliştirerek geçeceğiz.
Ezcümle, rakamlar sahte ve yoksulluk gerçektir. İnsanca yaşam için ne TÜİK’in sahte enflasyonuna ne de MemurSen’in satış sözleşmesine teslim olmayacağız! İlkelerimiz ve görevimiz gereği adaleti, hak ve hukuku sağlamak için fiili ve meşru tüm mücadelemizi, yandaş sarı sendikalara rağmen tüm kamu emekçileri için sürdürmeye devam edeceğiz.
SARI SENDİKA TERİMİNİN ORTAYA ÇIKIŞI
1899 yılında Fransa’da bulunan bir fabrikada işçiler greve çıktı. İşveren, grevi kırmak maksadıyla kendi denetimi altındaki başka bir sendikayı destekledi. İşverenin desteklemiş olduğu sendika, sarı boyalı bir binada bulunuyordu. İşçiler, grevi yürüten sendikayla, işverenin emri ile grevi kırmaya çalışan sendikayı ayırmak için, sarı renkli binadan yola çıkarak diğer sendikaya “sarı sendika” demeye başladılar. İşveren sendikası da bu terimi kabul etti, ardından “Sarı” ismiyle haftalık bir gazete de yayınlandı. Terim daha sonra tüm dünyaya yayıldı.
İbrahim DAMATOĞLU
Haber-Sen Genel Sekreteri