Anasayfa / HABERLER / Konfederasyonumuzun 20. Kuruluş Yıldönümünü, 10 Ekim’de Yitirdiklerimize ve Baskı, Sömürüye Karşı Mücadeleyi Yükseltmeye Adıyoruz!

Konfederasyonumuzun 20. Kuruluş Yıldönümünü, 10 Ekim’de Yitirdiklerimize ve Baskı, Sömürüye Karşı Mücadeleyi Yükseltmeye Adıyoruz!

Konfederasyonumuzun 20. Kuruluş yıldönümünde 10 Ekim Ankara Katliamına dair raporumuzu açıkladık.

Sendikalarımızın Genel Başkanları ve MYK üyelerinin katılımıyla 8 Aralık 2015 tarihinde yaptığımız basın açıklamasının metni aşağıdadır:

Değerli Basın Emekçileri,

Bugün, sizlerle 20. Kuruluş yıl dönümümüzü kutlamak için bir araya gelecek idik. Ancak Türkiye tarihinin en korkunç ve en büyük katliamlarını yaşadığımız böylesi bir süreçte kutlamaları iptal etmek zorunda kaldık.

Tabi kutlamalarımızı iptal etmemizin en büyük nedeni öncesi ve sonrasıyla da 10 Ekim katliamıdır. 10 Ekim Katliamına ilişkin hazırladığımız raporu sunmadan önce 20. Kuruluş Yıldönümümüz vesilesiyle Konfederasyonumuzun mücadele tarihinden bazı kesitleri hatırlatmak istiyoruz.

kesk20

Değerli Basın Emekçileri,

KESK, 1960’larda TÖS ve İLK-SEN’in açtığı, 1970’lerde TÖB-DER’den TÜM-DER’e kadar uzanan yaygın bir dernekleşme hareketi ile yeniden sahneye çıkan, 1980’lerin ikinci yarısından itibaren kendisini tekrar görünür kılan bir çığırın ve geleneğin bugünkü taşıyıcısı, ifadesi ve mirasçısıdır.

Bu gelenek kısa kesintiler dışında kamu emekçileri sendikal hareketinin öncüsü ve sürükleyicisi olmayı başardı. Türkiye’nin son 40-50 yıllık tarihi boyunca toplumsal muhalefetin ana bileşenleri arasında ilk sıralarda yer alan bir etkililik ve süreklilik sergiledi. “Kapıkulu zihniyeti”ni büyük ölçüde yıktı, kamu emekçilerini dönüştürdü, onların mücadele ve örgütlenme kapasitelerini açığa çıkardı.

Fiili ve meşru mücadele çizgisine yaratıcı ve her biri başlı başına birer deneyim olan ciddi katkılarda bulundu. Yüz binleri seferber ettiği başarılı eylemlerle sokakları ve meydanları özgürleştirdi; “Yasakları” birer birer hükümsüz kıldı. Üretimden ve hizmetten gelen gücü bir imkândan çıkararak defalarca fiili bir kapasiteye dönüştürdü. 12 Eylül rejiminde gedikler açılmasında ciddi roller oynadı.

Değerli Basın Emekçileri,

Bu ülkenin emeği ile geçinen tüm kesimlerinin önünde her zaman zorlu süreçler, çetin mücadeleler olduğunu en iyi bilenler KESK’lilerdir. Çünkü KESK güçlünün hukukuna karşı her zaman ezilen, dışlanan, ötekileştirenlerin, haklının yanında saf tutmuştur.

KESK kurulduğu ilk günden bu yana muhafazakarlaştırmaya, toplumsal cinsiyet eşitsizliğine, kadının çalışma yaşamında yok sayılmasına, güvencesizliğe, kadına yönelik şiddete ve her tür gericiliğe karşı mücadele yürüterek kadın örgütlülüğünün her aşamada geliştirilmesini esas almıştır.

KESK önüne çıkarılan tüm engellemelere, baskılara, gözaltı ve tutuklama kuşatmasına inat, mücadele kararlılığıyla hep ayakta kalmıştır.

Bizler, 1990’lı yıllarda kurduğumuz sendikaların tümü hakkında kapatma davaları açılmasına, bazı yöneticilerimizin görevden uzaklaştırılmasına, sendikalar mühürlenmeye başlanmasına rağmen fiili ve meşru temelde mücadelesine sendikaların mühürleri sökerek devam eden bir gelenekten geliyoruz.

Bizler, sendika kurma girişimlerinin ve kamu emekçilerinin toplu sözleşme hakkının “yürürlükteki mevzuata aykırı” olduğunun iddia edilerek yasaklandığı dönemlerde kamu emekçilerinin ilk toplu sözleşmesine imza atanlarız.

Bizler, “yasal düzenleme olmadan memurlar sendika kurmamalı” diyen bugünün yandaş Konfederasyonu daha ortada yokken 15 Temmuz 1992’de “Hak Direnişi” olarak gerçekleştirilen ilk iş bırakma eylemini gerçekleştirenleriz.

Değerli Basın Emekçileri

Bu nedenle demokrasiye susamış bir halka baskı, zor ve şiddetten başka bir şey vaat etmeyenlerin öncelikli hedefleri arasında KESK’’in yer alması şaşırtıcı değildir.

12 Eylül koşullarının henüz hüküm sürdüğü yıllarda kurulan Konfederasyonumuz bu kez AKP sivil darbesinin ve faşizminin sistematik saldırısıyla karşı karşıya… 20. Kuruluş yıldönümümüzü çok ağır faşizm koşullarında karşılıyoruz. Mezhepçi, cinsiyetçi, milliyetçi politikaları tüm yoğunluğu ve yaygınlığıyla hayata geçiren AKP çalışma yaşamında da 13 yıldır kesintisiz olarak hayata geçirdiği neo liberal politikalarla özelleştirmeyi, güvencesizliği, taşeron çalışmayı ve istihdamsız büyümeyi esas almıştır. Bu nedenle bir yandan gelir dağılımındaki uçurum büyürken bir yandan da yolsuzluk ve kadrolaşma nedeniyle büyük bir çürüme yaşanmaktadır. AKP hükümetleri ülkeyi bir şirket gibi yönetirken kendilerini de ülkenin “ceo”ları olarak görmüşlerdir. Nitekim tüm AKP Hükümetlerinin programlarında ve strateji belgelerinde tekrar edilen ‘rekabet’, ‘verimlilik’, ‘toplam kalite yönetimi’, “performans” gibi piyasa kavramları kamu alanına da taşınmış, başta sağlık ve eğitim olmak üzere devletin temel sorumluluk alanları da şirketlere terk edilmiştir.

Şimdi de kamu emekçilerinin pamuk ipliğine bağlı iş güvencesini 657 saylı yasada yapacakları değişikliklerle ortadan kaldırmak istiyorlar. Nitekim 30 Kasım 2015 tarihinde gerçekleştirilen KPDK toplantısının ana gündemi Kamu Personel Rejimi Reformu ve buna bağlı olarak 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nda başta iş güvencesinin ortadan kaldırılması olmak üzere değişiklik yapılması tartışmaları olmuştur.

AKP’nin saldırıları karalamalarla, soruşturmalarla, mobbingle, ayrımcılıkla, gözaltılarla, tutuklamalarla, faili meçhullerle ve diğer baskı türleri devam etmektedir. Son yıllarda sokağa çıktığımız neredeyse tüm eylemlerde saldırıya uğruyor, engelleniyoruz. TİS ve grev hakkımızı kullanmamız her tür mekanizma devreye sokularak engellenmek isteniyor. Yandaş konfederasyon ve sendikalar yedek güç olarak devreye sokuluyor. Uluslararası sözleşmeler ve anayasal haklarımız hiçe sayılıyor.

Size sunduğumuz rapor ve eklerinde ayrıntılı döküm mevcut olup sadece son bir yıllık dönemde 1000’den fazla KESK’li sürgün edilmiş,  en az 607 KESK üyesine aylıktan kesme ve idari para cezaları, 47 üyeye uyarı ve kınama cezaları verilmiştir. 18 KESK üyesinin işine son verilirken 53 yönetici ve üyemiz ise çeşitli soruşturma ve baskılarla sendikal ayrımcılığa uğramıştır.

Yine 20 Temmuz 2015 tarihinde gerçekleşen Suruç katliamı sırasında EĞİTİM SEN Yüksekova temsilcimiz Süleyman AKSU yaşamını yitirmiş, EĞİTİM SEN Diyarbakır şube yöneticisi Erkan KESKİN ise ağır yaralanmıştır. Şırnak Cizre Devlet Hastanesi’nde görevli sağlık emekçisi ve SES üyesi Hemşire Eyüp Ergen, 27 Ağustos 2015 tarihinde hastanedeki nöbetinden evine dönerken kafasına isabet eden kurşuna bağlı olarak hayatını kaybetmiştir. 24 Eylül sabah saatlerinde bizzat kaymakam tarafından yaralı polisleri alması için aranan ambulans şoförü Şehmuz Dursun ilçe merkezi girişinde bulunan polis noktasında bulunan polisler tarafından katledilmiştir.

Konfederasyonumuzu ve sendikalarımızı kriminalize etme ve hedef haline getirme faaliyetleri 25 Temmuz 2015 tarihinde, Sendikamız EĞİTİM SEN Genel Merkezinin basılması ile bir üst seviyeye çıkarılmıştır. Daha sonraki savcılığın kovuşturmaya yer olmadığına dair kararına rağmen sendikamız ve konfederasyonumuz günlerce yandaş medya üzerinden yalan haberlerle teşhir edilmiş, suçlu gösterilmiştir.

Kamuoyunun dikkatini özellikle buraya çekmek istiyoruz. Sayısız örneğe ek olarak; Ahmet Hakan’ın darp edilmesinde, Can Dündar ve Erdem Gül’ün tutuklanmalarında ve en son Tahir Elçi’nin katledilmesinde de gördüğümüz üzere saldırıya uğrayan kişi ve kurumlar bir süre öncesinden iktidar tarafından hedef haline getirilmekte, kriminalize edilmekte, suçlu gibi gösterilmektedir. Bu açıdan katliam öncesinde gerek sosyal medya ve gerekse de yandaş medya üzerinden Konfederasyonumuz hakkında asılsız iddiaların, hakaretler ve tehditlerin yoğunlaşması dikkat çekicidir.

Değerli Basın Emekçileri

10 Ekim Katliamının nasıl bir süreçte ve zeminde gerçekleştiği görülmeden katliamın failleri açığa çıkarılamaz.

Bilindiği üzere 7 Haziran’dan hemen sonra birden ülkemiz çatışma alanı haline geldi, ortalık kan gölüne çevrildi. “AKP tek başına iktidar olmazsa ne istikrar kalır ne de çatışmasızlık ortamı” algısı hâkim hale getirildi.

Yandaş medya “apoletli medyaya” rahmet okutur cinsten farklılıkları derinleştirdi, toplumu AKP yanlısı/AKP karşıtı üzerinden ikiye ayırdı, ölümleri tasnif etti, ölü sayılarını yarıştırdı.

Cumhurbaşkanının “Kürt sorunu yoktur”, “Ben ‘Dolmabahçe Mutabakatı’ ifadesini asla kabul etmiyorum” açıklaması ardından ve çatışmasızlığın sona ermesinden sonra, İHD verilerine göre Temmuz – Eylül 2015 tarih aralığında yaşanan çatışmalarda 105 güvenlik görevlisi yaşamını yitirmiş, 254 güvenlik görevlisi yaralanmıştır. 104 örgüt militanı yaşamını yitirirken, 4 örgüt militanı ise yaralanmıştır. Operasyon sırasında yaşanan çatışmaların ortasında kalan 9 sivil yurttaş yaşamını yitirirken, 40 yurttaş da yaralanmıştır.

Ayrıca Doğu ve Güneydoğu il/ilçe/beldelerde onlarca Belediye Eş başkanı, belediye meclis üyesi tutuklanmıştır. 7 Haziran – 1 Kasım tarihleri arasında binlerce insan gözaltına alınmış, yüzlercesi tutuklanmıştır.

Kadına ve çocuklara şiddette artış devam etmiş, basına yönelik baskılar darbe dönemlerini aratır cinsten zirve yapmıştır.

Değerli Basın Emekçileri,

İşte tam da bu çatışma ve ağır baskı ortamında biz emek ve meslek örgütleri olarak kendi varoluş ortamımızı korumak, emek ve barış arasındaki dolaysız ilişkiyi açığa çıkarmak için 10 Ekim’de Ankara’da gür bir barış sesi haykırmak istedik. 10 Ekim 2015 tarihinde, Ankara’da, KESK, DİSK, TMMOB, TTB çağrısı; CHP, HDP, EMEP, Devrimci Parti, SYKP, ESP, EHP, Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi, HDK, Halkevleri, Haziran Hareketi Derneği, Barış Bloku, Barış Anneleri ve diğer birçok siyasi parti ve çok sayıda Demokratik Kitle Örgütü, Sivil Toplum Örgütü, Alevi Örgütleri, Kadın Örgütleri ve yurttaşın katılımı ile “Savaşa İnat Barış Hemen Şimdi” şiarı ile Emek, Demokrasi ve Barış mitingi düzenlenmesi kararı aldık.

10 Ekim 2015’te, saat 10.04’te; saraylarını, saltanatlarını kurtarmak için Türkiye’yi kanlı bir sürecin içine çekenlere karşı ülkenin dört bir yanından gelen barış elçileri; Türküyle Kürdüyle, Alevisiyle Sünnisiyle, kadınıyla erkeğiyle, genciyle yaşlısıyla on binlerin buluştuğu, kucaklaştığı, aynı halaya aynı horona durduğu esnada hayatımızı/hayatları değiştiren katliam gerçekleşti. BARIŞ BOMBALANDI.

Değerli Basın Emekçileri,

Katliamın gerçekleştiği ana kadar bize bu miting öncesi gösterilen ve alışık olmadığımız “sorun çözücü polis” davranışı gitmiş, karşımıza “canavarlaşan” bir kolluk yüzü çıkmıştır.

Az sayıda ambulans olay yerine yaklaşık 44 dakika içerisinde ulaşmış ve yaralıların büyük çoğunluğu özel araçlarla hastanelere taşınmıştır. Kamu otoritesinin patlama sonrası alandaki yaralıların taşınmasını sağlayacak tıbbi müdahale ekiplerini alana sokma görevi var iken, güvenlik güçlerinin yaralıların bulunduğu noktada yaralılara yardım eden TTB, SES üyelerine ve vatandaşlara yoğun gaz sıkması, yaralıların durumunu hiçe sayarak ölüme sebebiyet verecek düzeyde müdahalede bulunması açıkça insanlık suçudur. Buna rağmen hala müdahalede bulunan güvenlik güçleri hakkında bir işlem yapılmaması soruşturmanın nasıl bir “ciddiyetle” yapıldığının da göstergesidir.

Bombalama eyleminin soruşturulması derhal, tarafsız ve etkili nitelikte olmak zorundadır.  Oysa olay yerine gelindiğinde, hiçbir surette patlamaların gerçekleştiği yer koruma altına alınmamış, olay yeri inceleme ekipleri ve Savcı olay yerine intikal etmemiş, olay yerinde bulunan halkın güvenliğine dair hiçbir önlem alınmadığı görülmüştür. Patlamanın gerçekleşmesinden 2 buçuk saat sonra Başsavcı vekili olay yerine gelmiş ve başka savcıların görevlendirileceğini ifade etmiştir.

Değerli Basın Emekçileri,

Yaşanan katliam sonrasında iktidarın tavrı da, katliamın amacını destekler nitelikte olmuştur. Katliamın ertesi günü Emek, Barış ve Demokrasi mitingini örgütleyen kurumlar olarak, siyasetçilerin de katılımıyla patlamanın gerçekleştiği yerde bir anma ve karanfil bırakma etkinliği gerçekleştirmek istedik. Fakat yine polisin saygısız ve sert tutumu ile karşılaştık. Her zaman olduğu gibi yine bizlere biber gazı ve plastik mermi ile müdahale edildi.

Yine cenazelerin, belirlenen merkezlerde (Sıhhiye TCDD Gar önü ve Sendikamız EĞİTİMSEN genel merkezi) yapılacak törenlere memleketlerine gönderilmeleri engellenmiştir.

10 Ekim katliamında 100 yoldaşımızı, canımızı, kardeşimizi kaybetmemize ve yüzlerce yaralımıza rağmen AKP’nin saldırıları, yönelimleri sonrasında da bitmemiştir.

Katliamın arka perdesini açığa çıkarmak bir yana daha ilk gün “kokteyl eylem” diyerek muğlaklaştırma çabasına girenler katliamı lanetlemek için gerçekleştirdiğimiz grev ve diğer eylem/etkinlikler nedeniyle yüzlerce arkadaşımız hakkında soruşturmalar açtılar. Raporun ekinde görüleceği üzere onlarca yönetici ve üyemize katliamı kınamak amacıyla gerçekleştirdiğimiz greve katıldıkları için KESK’e bağlı sendika üyelerinden 83’üne uyarı/aylıktan kesme/kınama/emniyete ifadeye çağırma, 23’üne Cumhurbaşkanına hakaretten, basın metnini okuduğu için 2’sine açığa alma, 9’una sürgün ve sosyal paylaşım nedeniyle de 1’ine açığa alınma cezaları verilmiştir. Greve katılmanın sendikal hak olduğuna dair çok açık bağlayıcı AİHM ve Anayasa Mahkemesi kararları olmasına rağmen açılan bu soruşturmalar hukuk tanımazlıkta geldiğimiz nokta açısından çarpıcı örneklerdir.

Ortaya çıkan tablo çok açıkça göstermektedir ki, ilan edilen yas tamamen göstermeliktir. Hükümet kendi sorumluluğunun, ihmallerinin ya da çetelere katliam yapma zemini sunan politikalarının eleştirilmesini, deşifre edilmesini ve açığa çıkartılmasını istememektedir.

Değerli Basın Emekçileri,

10 Ekim başta olmak üzere katliamların 7 Haziran seçimleri hemen öncesi ve sonrasında yoğunlaşmasının AKP’nin tek başına iktidar olma amaçlarıyla uyuşmasının ve hedef alınan sol, sosyalist, Kürt ve muhalif emek örgütlerinin aynı dönemlerde özellikle AKP yetkililerinin ve Cumhurbaşkanının, yandaş medyanın da hedefinde olmalarının tesadüf olup olmadığı başta olmak üzere çok sayıda soru işareti vardır ve hala cevaplanmayı beklemektedir.

KESK olarak; kamuoyunca da paylaşılan açık, tarafsız ve adil bir soruşturma yürütülmesi noktasında haklı kuşku ve endişelerimiz var.

Bu nedenle söz konusu katliamın gerçekleşmesinde başta dönemin İçişleri ve Adalet Bakanı olmak üzere Başbakanın da içerisinde olduğu tüm hükümet üyelerinin ağır sorumluluklarının ortaya çıkması için “yüzyılın davası” olarak nitelediğimiz bu davanın Birleşmiş Milletler Minnesota Kriterleri ve İnsan Hakları Komiserliğinin tavsiye kararları doğrultusunda, suçun mağduru olan konfederasyonumuz KESK’in aktif olarak katılacağı, bağımsız, özerk kuruluşlarca objektif ve insan hakları etiğine uygun bir soruşturmanın yürütülmesini talep ediyoruz.

Biz, savaşın ortasında barış diyen bir taraf olarak inisiyatif üstlendik. Böyle davrandığımız için bize bir bedel ödetildi.

Ancak katillere ve katliamlara inat; yılmayacağız, sinmeyeceğiz, geri çekilmeyeceğiz. Biz bıkmadan, usanmadan tüm ülkeye gerçekleri anlatacağız.

10 Ekim katliamının üzerinin örtülmesine, Ankara’nın kirli, karanlık dehlizlerine hapsedilmesine izin vermeyeceğiz.

Bedeli ne olursa olsun, “Savaşa İnat, Barış Hemen Şimdi!” demeye devam edecek,    emek, barış ve demokrasi mücadelemizden geri adım atmayacağız.

Konfederasyonumuzun 20. Kuruluş Yıldönümünü, bu vesileyle 10 Ekim’de Yitirdiklerimize ve Baskı, Sömürüye Karşı Mücadeleyi Yükseltmeye Adıyoruz…

Saygılarımızla…

Bir kez daha haykırıyoruz: İYİ Kİ KESK VAR! 

KESK’İN 20. MÜCADELE YAŞI TÜM EMEKÇİLERE KUTLU OLSUN!

YAŞASIN EMEK, BARIŞ VE DEMOKRASİ MÜCADELEMİZ!

YAŞASIN SENDİKAL MÜCADELEMİZ!

YAŞASIN KESK!

Print Friendly, PDF & Email


İLİŞKİLİ YAZILAR

GAZETECİLİĞİN SORUNLARI CEMİYETLER, SENDİKALAR VE KONUNUN TARAFLARIYLA KONUŞULDU

Türkiye’de gazetecilik ciddi ve sıkıntılı bir dönemden geçmektedir. Medya sivil toplum kuruluşları, sendikalar, cemiyetler dayanışma ...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

12 − seven =

Örnek Resim