Anasayfa / HABERLER / İnsan Onuruyla Bağdaşır Bir Yaşam ve Gelecek İstiyoruz!

İnsan Onuruyla Bağdaşır Bir Yaşam ve Gelecek İstiyoruz!

Konfederasyonumuz Eş Genel Başkanı Lami Özgen’in bugün Ankara’da (4 Mayıs) Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından düzenlenen “29. İş Sağlığı ve Güvenliği Haftası” açılışında yaptığı konuşmanın metni aşağıdadır.

Hepinizi Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) adına selamlıyorum.  Öncelikle bugüne kadar iş cinayetlerinde kaybettiğimiz tüm insanlarımızın anısı önünde saygıyla eğiliyor, acılı ailelerine tekrar başsağlığı ve sabır diliyorum.

Öncelikle sağlığımızı ve güvenliğimizi tehdit eden, temel hak ve özgürlüklerimizi ayaklar  altına alan, başta AİHM kararları olmak üzere iç hukukta da ilgili kararları hiçe sayarak bu yıl da Taksim alanını emekçilere kapatan, İstanbul’da fiili sıkıyönetim uygulayan iktidarı  bir kez daha kınıyorum.

Üç gün önce 1 Mayıs’ta yaşadıklarımız siyasi iktidarın işçi sağlığı ve güvenliği konusundaki samimiyetini bir kez daha göstermiştir. 

Her ülkenin işçileri, emekçileri için simgeleşmiş meydanları, alanları vardır. Türkiye işçileri, emekçileri ve dostları için de 1 Mayıs 1977 deki katliamda arkadaşlarını kaybettikleri Taksim simgeleşmiş bir meydandır. Üstelik bu meydanın 1 Mayıs kutlamalarına kapatılmasının hukuksuz olduğu hem AHİM’in 2008 1 Mayıs kararıyla hem de 2013 ve 2014 1 Mayıs’ına ilişkin ülkemiz mahkemelerinin kararı ile tescil edilmiştir.

İstanbul’u felç edenin son üç yıldır Taksim’i 1 Mayıs’a kapatmak için olağanüstü önlemler alan,  yolları, köprüleri kapatan, uçaklarla şehir dışından polis getiren, ortalığı gaz bombasına, plastik mermiye boğan, iç güvenlik paketinin yetkilerini kullanılarak tüm şehirde fiili sıkıyönetim ilan eden AKP iktidarı olduğunu dünya alem biliyor.

Kamu güvenliği meselesine gelince.. Biz işçiler, emekçiler, sendikalar güvenliği sağlanacağı iddia edilen kamunun en önemli parçası değil miyiz? Kamunun, toplumun ezici çoğunluğunu oluşturan işçiye, emekçiye on binlerce polisle, TOMA ile gazla, plastik mermiyle acımasızca şiddet göstermenin adı ne zaman kamu güvenliği oldu?

Ancak tüm baskı, saldırı ve hukuk dışı uygulamalara  rağmen siyasi iktidarın toplumu terörize ederek yönetme pratiğinin başarıya ulaşamayacak, Taksim Meydanı işçiler ve emekçiler tarafından er ya da geç geri alınacaktır.

Hepimizin bildiği gibi iş cinayetlerinde her yıl ortalama 1500 emekçi hayatını kaybediyor. Binlercesi iş göremez durumda sakatlanıyor.

Yalvaç’ta tarım işçisi kadınlar; Soma’da, Ermenek’te maden emekçileri; Davutpaşa ve Ostim’de imalathane işçileri, Mecidiyeköy’de, Esenyurt’ta inşaat işçileri iş cinayetlerinde, işçi katliamlarında canlarını veriyor.  On binlerce emekçinin alın terine gözyaşı ve kan karışıyor.

İş cinayetlerine ilişkin rakamların, SGK’ya yapılan bildirimleri esas alan, 10 milyonu aşan kayıt dışı istihdamın büyük oranda yansımadığı rakamlar olduğu göz önünde bulundurulduğunda çok daha vahim bir tablo ortaya çıkıyor.

İktidarın işçi sağlığı ve güvenliğine yaklaşımını en yalın haliyle ortaya koyan yakın zamandaki bir olayı hatırlatmak istiyorum.

5-7 Mayıs 2014 tarihlerinde İstanbul Haliç Kongre Merkezi’nde gerçekleştirilen Yedinci Uluslararası İş Sağlığı ve Güvenliği Konferansında “Türkiye ölümlü iş kazlarında Avrupa’da birinci, dünyada üçüncü sırada” dediğimizde Sayın Çalışma Bakanı sinirlendi.  “Hangi veriye göre bunu söylüyorsunuz. Bunlar temeli olmayan, sloganvari ifadeler. 2002’de 100 bin işçide 16 işçi hayatını kaybederken 100 bin işçiden 6 ölüm gerçekleşme noktasına geldik. O derece pozitif bir seyir var” dedi. Aradan bir hafta geçmeden 13 Mayıs’ta Soma iş cinayeti yaşandı ve maalesef resmi rakamlara göre 301 maden emekçisini yitirdik!

Bizim rakam yarıştırma gibi bir niyetimiz yok. Biz de herkes gibi bir tek işçimizin, çalışanımızın dahi iş kazasında hayatını kaybetmesini istemiyoruz. Ancak bu veriler slogan değil Bakanlığınıza bağlı kurumların ve Avrupa İstatistik Ofisi ( Eurostat) verileridir.  Türkiye’nin iş kazaları ve meslek hastalıkları ölüm oranlarında çok büyük farkla Avrupa birincisi olduğunu gösteren bu veriler sır değil. İsteyen herkesle de paylaşmaya hazırız.  Bakanlığınız tarafından basılan 6331 sayılı yasa kitapçığının 35. Sayfasında, 2010 yılına kadar olan veriler zaten mevcut. 2011-2014 dönemi için Sosyal Güvenlik Kurumu verilerine bakmanız yeterli.

Bu verilere göre; 2011 yılı itibariyle AB 15 ülkelerinde işçi ölüm oranı yüz binde 1,8.  AB 27 ülkelerinde 2,6. Türkiye’de ise 15,4. Yani Türkiye’de işçi ölümleri AB 15 ortalamasının 8.5, AB 27 ortalamasının 6 katı.

Gerçek bir kıyaslama için uzun dönemli verilere baktığımızda ise;  2003-2011 arası dönmede AB verileri yüz binde 2 civarında seyrederken Türkiye’de yüz binde 11 civarında.

Resmi istatistiklerin en vahimi ise kamu emekçilerini de çok yakından ilgilendiren meslek hastalıkları konusunda yaşanıyor Türkiye’de tanım kapsamının sınırlı tutulması nedeniyle istatistiklerde meslek hastalıkları sayısı neredeyse yok denecek kadar az gösteriliyor. Yüz binlerle ifade edilmesi gereken meslek hastalıkları tanı sayısı birkaç yüze kadar indiriliyor. Türkiye’de yaklaşık binde 8 olması beklenen meslek hastalıkları sayısı resmi istatistiklerde yüz binde 8, meslek hastalığı sebebi ile ölüm sayısı ise 10-15 hatta bazı yıllarda 0 olarak kayıtlara geçiyor.

“Bunlar temeli olmayan, sloganvari bazı ifadeler” diyenler bu veriler karşısında son 12 yıl içinde ölümlü iş kazalarında ölüm oranının en düşük olduğu 2006 yılını temel alıp diğer yılları görmezden geliyor. Meslek hastalıklarını olması gerekenden yüz kat daha düşük gösterme “ustalığı” sergiliyor. Üstelik bundan tam 118 sene önce ABD’ de yapılan bir araştırmayı temel alarak “iş kazlarının %80’i işçinin hatasından kaynaklanıyor” diyebiliyor.

Ben de buradan onlara soruyorum. Geçen yıl Soma ve Ermenek’teki, Şırnak’taki madenciler,  Isparta’daki mevsimlik tarım işçileri, Mecidiye köydeki inşaat işçilerinin hangisi kendi hatası yüzünden öldü? Biz işte bu olgulara bakarak diyoruz ki: İş kazası yoktur, iş cinayeti vardır.

Mızrak çuvala sığmıyor. İstatistiklere takla attırmaktan vazgeçin, gerçekler ortada. İşçiler ölüyor, ölümleri durdurun!

Kimi zaman “bakımı yapılmayan cephe asansörü”, kimi zaman “ölçülmeyen karbon monoksit oranı”,  kimi zaman “kapatılmayan inşaat boşluğu”, bazen “ balık istifi tarım işçisi taşıyan traktör” bazen de  “çadırdaki elektrik kaçağı” olarak karşımıza çıkan iş cinayetlerinin asıl nedenin yıllardır uygulanan neoliberal politikalar olduğunu gözlerden saklamaya çalışmaktan artık vazgeçin.

Ülkemizdeki mevcut sermaye birikim rejimi bilgi ve teknoloji üretemiyor.  Bunun için dünya piyasaları ile rekabet edebilmenin en kolay yolunu ucuz ve güvencesiz emek yaratmakta, emek sömürüsünde arıyor. Sonuç ta yapısal olarak iş cinayeti üretmeye devam ediyor.

Ne yazık ki tercih yıllardır, özelleştirme, sendikasızlaştırma, kayıt dışı çalıştırma, taşeronlaştırma gibi sermayenin ihtiyaçlarına cevap verecek yönde kullanılmaktadır.

Bu tercih ise çalışanların sağlığını ve güvenliğini tehdit eden güvencesiz çalışma biçimlerinin yayılmasını, kadın ve çocuk emeği sömürüsünü,  kayıt dışı istihdamın artmasını, alana ilişkin gerekli yatırımların yapılmamasını, yasalarda belirtilen denetimlerin yeterince yapılmamasını beraberinde getirmektedir.

Ortada böylesine ciddi bir tablo varken, siyasi iktidar, hükümet ne yapıyor?

İşçi Sağlığı ve Güvenliğini piyasaya açtığı, mühendis ve hekimi iş kazaları tazminatlarından sorumlu tuttuğu,  kendisinin denetleme sorumluluğundan arındıran yasa ile  “müsakil” diyerek övünüyor.

Siyasi iktidar iş cinayetlerinin büyük bölümünün kayıt dışı ve taşeron istihdamın yoğun olduğu yerlerde gerçekleştiğini biliyor ama bunları ortadan kaldırmak yerine geçici önlemlere sığınıyor.

İşçinin iş akdinin tazminatsız feshini kolaylaştırıp,  uzaktan-esnek çalışmayı getiren, gece çalışmasının süresini uzatırken patronların para cezalarını erteleyip ölümlü iş kazası yaşanan maden işyerlerindeki işverenlere mahkeme kararıyla kamu ihalelerinden iki yıla kadar men cezası getiren torba yasayı müjde diye sunuyor!

Pratikte uygulamayacağı halde yeni ILO sözleşmelerine imza atmakla övünüyor.

İSG hakkında hazırladığı kamu spotlarında bile patronlara toz kondurmayıp, iş kazasının tek suçlusu olarak işçileri gösteriyor.  Çalışma izni için gerekli ölçümün yapılmadığının anlatıldığı kamu spotunu bile “tedbir alın” noktasına bağlayarak işçiyle, emekçiyle dalga geçiyor.

Pratikte uygulamayacağı halde yeni ILO sözleşmelerine imza atmakla övünüyorlar!

Hamilik yaptığı sendikaların, konfederasyonların sırtını sıvazlayıp, devletten ve sermayeden bağımsız sendikal hareketi “ideolojik” olmakla suçluyorlar!

Tüm bunlar yetmiyormuş gibi işçilerin canı ve emeği kar hırsına kurban edilirken siyasi iktidar işçi ölümlerini sıradanlaştırıyor.  “Fıtrat, kader’ olarak kabul etmemizi istiyor.

Kamuoyunda büyük yankı uyandıran hemen hemen tüm iş cinayetlerinin davalarında tutuklu sanıklar birer birer tahliye ediliyor. Tüm iş cinayeti davalarında asıl sorumluları, patronları kollayan bir cezasızlık pratiği işletiliyor. Kazaların devletle, sistemle, denetçi ile ilişkisinin kurulmaması için özel bir çaba sarf edildiği görülüyor.

Soma’da 301 madencinin yaşamını yitirdiği maden katliamına ilişkin iddianamede yapılan değişikliklerle 8 tutuklu 45 sanıktan, tutuklu olmayan 37’sinin bir gün hapis yatmadan kurtulmasının önü açılıyor.

Yakından izlemeye çalıştığımız Soma davasında bilirkişi raporunda Maden İşleri Genel Müdürlüğü’nün  (MİGEM) ve Türkiye Kömür İşletmelerinin sorumluluğunun,  iş müfettişlerinin denetimlerinin yetersizliğinin altını çiziliyor. Ama bakıyorsunuz sanık kısmında ne TKİ ne de MİGEM var.  Çalışma Bakanlığı ise  “öldürülen her kişiden nasıl ki İçişleri Bakanlığı’nı sorumlu çıkarmayacaksak,  yaşanan kazada da bakanlığımız sorumlu çıkarılamaz” gibi garip bir savunma yapıp,  müfettişlerinin soruşturulmasına izin vermiyor. Önlenebilir iş cinayetiyle, sokakta yaşanan cinayeti kıyaslayarak bütün kamuoyuyla dalga geçiyor.

Bu da yetmiyor. Ülkenin Çalışma Bakanı patronların  şikayetten vazgeçmeleri için ölen işçilerin ailelerine yüklü miktarda ‘kan parası’ ödemesini onaylıyor.

Ülkenin başbakanı çıkıp, Yargıtay’ın 2011 yılında verdiği kararına rağmen kadroya alınmayan taşeron karayolu işçilerini kadroya aldıklarını müjdeliyor. İktidara geldiği 2002 yılında 350 bin olan bugün resmi rakamlara göre 2 milyonu aşan taşeron istihdam hakkında “Biz bunları avucumuz içinde bulduk” diyebiliyor.

Ülkenin “tarafsız” Cumhurbaşkanı ise daha üç gün önce Batman’daki toplu açılış törenindeki konuşması sırasında TPAO’nun kadro isteyen taşeron işçilerine  “Nankörlük yapmayın. Bir yerde çalışıyorsunuz nankörlük yapmayın” diyebiliyor.

Biz İşçi sağlığı ve güvenliği gibi önemli bir konunun çözümünü, tercihini ve politikalarını özetlemeye çalıştığım siyasi iktidardan beklemenin gerçekçi olmadığına inanıyoruz.

Mevcut üretim; güvencesiz, sendikasız, kontrolsüz, kaçak ve taşeron sistemine dayalı olarak sürdükçe, iş cinayetleri işçi sınıfı ve emekçilerin “fıtratı” olmaya devam edecektir. İşçiler, emekçiler olarak “kabul edilemez risk grubuna giren” bu çalışma yaşamına daha ne kadar katlanacağız? Çalışmak için mi, iş cinayetlerinde ölmek için mi yaşayacağız. Yoksa daha iyi, sağlıklı ve güvenli yaşamak için mi çalışacağız?  

Asıl aramamız gereken bu sorunun cevabıdır.  Bunun için işçiler, emekçiler olarak bizim nasıl bir yaşam istediğimize karar vermemiz gerekiyor. Konfederasyonumuzun kararı ve yönelimi bellidir, nettir. İnsan onuruyla bağdaşır bir yaşam ve gelecek için fiili ve meşru mücadelemizi yükseltecek, iktidarların ve sermayenin dayattığı modern kölelik koşullarını kabul etmeyeceğiz.

Bu duygu ve düşüncelerle sözlerime son verirken hepinize tekrar saygılarımı sunuyorum.

Print Friendly, PDF & Email


İLİŞKİLİ YAZILAR

PTT’NİN HUKUKSUZ UYGULAMALARI DÜNYADAKI BÜTÜN POSTACILARIN GÜNDEMİNDE OLACAK

UNI Avrupa Posta & Lojistik Komite Toplantısı HABER-SEN olarak üye ve yöneticilerimizin meşru sendikal faaliyetleri ...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

15 + thirteen =

Örnek Resim